Ayan Beyan

İki dudak arasından dökülenler değişirse…

Bu yazı daha önce DIŞ KAPININ MANDALI‘nda yayınlandı.
Bültene abone olup yazıları takip edebilirsiniz.

Burayı cinsiyet tartışmaları hakkında düzenli yazma ümidiyle açmıştım ama ne zaman aklıma bir şeyler karalamak gelse, kafamdaki düşünceler büyüdükçe büyüyor, oradan oraya bağlanıyor ve sonuçta gerçekte sahip olmadığım kadar zamana ihtiyaç duyduğum için aklıma düşen fikri bütünlüklü bir yazı haline getiremiyorum. İstediğim şey takip ettiklerim ve düşündüklerim üzerine ufak tefek not düşmeyi de becerebilmek. Şimdi bunu deneyeceğim.

Sosyal medyada cinsiyet, kadınlık, translık kavramlarından başlayıp dışarıdan bakanın neresinden tutacağını bilemediği bir kavgaya dönen tartışmalara, geçtiğimiz haftalarda gazeteci Michelle Demishevitch de dahil oldu. Ben de tabii ki merak edip anlattıklarını dinledim. Gündemdeki tartışmayla ilgili temel eleştirisi bunları öne çıkaran aktivist örgütlerin Türkiye’deki transların esas yakıcı dertlerine derman olmaya yeterince odaklanmamaları. Elbette kimliklere dair tartışmada problemli gördüğü kısımlara dair görüşlerini de paylaşıyor.

Michelle Demishevitch Kısa Kes! ile yaptığı söyleşide, pek çok kadının uzun zamandır söylediği ve bu yüzden paranoyak olmakla suçlandığı bir noktaya dikkat çekiyor. Akşamdan sabaha transım diye beyan veren insan üç gün sonra biseksüel erkek olduğuna karar verirse bunu nasıl açıklayacağımızı soruyor. En doğru ve kapsayıcı olduğu iddia edilen translık tarifini, yani kişinin beyanının cinsiyetine dair tek ve en önemli veri olduğunu  kabul edersek, bu soru paranoyakça ya da fantezi ürünü değil. Nitekim yaşanmışı mevcut. Hem de öyle kenarda köşede değil, bu politik çatışmanın göbeğinde.

Julia Beck’in adını ilk kez birkaç sene önce, taze ‘TERF’ ilan edilmişken, bu mevzunun ne olduğunu anlamaya çalışırken duymuştum. ABD’nin Baltimore şehrinin LGBTQ komisyonuna girmiş o zaman yirmibeş yaşında feminist bir kadın olan Julia, komisyondaki tek lezbiyendi. Ancak sonra ortaya kendini dişi, transbutch ve lezbiyen olarak tanımlayan bir erkek çıkmış ve Julia’nın cinsiyete dair fikirleriyle ‘cinsiyet kimliği’ kavramına eleştirilerinin şiddet olduğunu iddia etmişti. Onun başını çektiği öneriyle Julia’nın komisyondan çıkarılmasına karar verilmiş, o zaman kullandığı adıyla Ava Pipitone isimli zat da bir anlamda onun yerini almıştı.

Julia Beck ve Pipitone – Fotoğraf

2018’de gerçekleşen bu olay süresince ve sonrasında elbette Julia ve onu destekleyen görüşe sahip kadınlar korkunç ‘TERF’ler olarak damgalanmış, Pipitone’nin iki dudağının arasından çıkan beyanı, tartışılması teklif dahi edilemeyecek bir gerçeklik olarak savunulmuştu.

Aynı yıllarda dünya çapında -ve tabii Türkiye’de de- genel olarak benzer kabuller kendini gösterdi. Özellikle sosyal medyada yürütülen aktivizmle, kadınları cinsiyetleri hakkında bildiğini, bildiği şekilde söyleyemeyecek şekilde bastıran, ağır şekilde suçlayıcı bir yaklaşımın ağırlık kazandığını gördük. Kendini kadın olarak beyan eden herhangi birinin beyanını sorgulamak şiddetti; bedenlerin cinsiyetli olduğunu söylemek özcülüktü, biyolojiden bahsetmek sömürgecilerin ortaya attığı cinsiyet kategorilerini savunmaktı, translığı ve cinsiyeti salt beyana dayandırmamak TERF’lüktü, TERF’lükse neredeyse ağza alınamayacak en büyük günahtı… Bunlar, mesleki, politik ve sosyal çevrelerinden gelecek ağır tepkileri göze alamayacak kadınları sindirmek için çok işe yarar taktikler. Adeta mahalle meydanı yerini alan sosyal medyada topluca ayıplanan kadınların ibret olsun diye taşlanması da bunu izleyen kadınların ehlileştirilmesi işlevini görüyor. Dolayısıyla bu taktik, özellikle dernek ve vakıflarda çalışan ya da feminist ve LGBTI+ politika içinde aktif kadınlar arasından çıkabilecek potansiyel sorgulamaları minimize etmek, mevcut kabullere dair soru işaretlerini, cevapları vermeye yanaşmadan ortadan kaldırmak için biçilmiş kaftan oldu.

Peki sizce aradan geçen 3-4 sene içinde Pipitone’ye ne olmuş olabilir? Birçoklarının kahramanca Julia’nın yerini aldığını düşündüğü LGBTQ komisyonunda, bu komünite için çalışan bir trans kadın olarak yaşamına devam ettiğini düşünüyor olabilirsiniz. Oysa o artık yine ayan beyan bir erkek. Neden, nasıl, ne zaman olduğunu bilmiyoruz ama 2018’de bir ‘lezbiyen’ olarak verdiği beyanını her nasılsa iptal etmiş ve kendini Kodah Pip olarak baştan yaratmış. Şimdi ‘rasyonel fütürist’ olduğunu söyleyen bir çeşit girişimci gibi gözüküyor. Julia, bu haberi verdikten sonra meseleyi anlatan bir yazı da yazdı.

Peki prensip olarak bu yapılamaz mı? Yani insanlar yaşamları boyunca toplum tarafından cinsiyete has kabul edilen kimi davranış ve ifadeleri zaman içindeki duygu ve öznel tercihlerine göre değiştirmek konusunda özgür olmamalı mı? Bence olmalılar, feministlerin temelde savunduğu da bu aslında. Ancak Pipitone’nin yaptığı bedeni, ifadeleri, görüntüsüyle oynamak, deneme ve deneyimlerle kendini tanımak ve gerçekleştirmekten ibaret değil. Yaptığı şey şu: Sadece kendi beyanına dayanarak oluşturduğu kimlikle, istisnasız herkesin onun kadın olduğunu kabul etmesini talep etmek; bunu kabul etmeyen bir kadının toplumsal ve kurumsal olarak cezalandırılmasında başı çekmek; onun siyasi bir alanda lezbiyenleri temsil ettiği pozisyonunu ele geçirmek. Bu oyunu kazandıktan bir süre sonra da adeta oyuncağından sıkılmış bir çocuk gibi beyanından vazgeçmek. Bu da bugün temel olarak tartıştığımız Beyan/SelfID prensibinin sorgusuz sualsiz kabulüyle mümkün. Sizi bu hikayedeki eril hakbendeciliğin ve yeni patriyarkal rollerin tahlilini yapmaya yeltenerek daha fazla sıkmayacağım. Demishevitch’in başta bahsettiğim sorusu kapsamlı bir yanıt beklese de henüz hala o soruyu sormamızın kabul edilir olduğunu anlatma aşamasındayız. Hepimize kolay gelsin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s