Lohusalık Sendromu ve Türk Ceza Kanunu’ndaki Yeri
Modern bilimin kadın deneyimini küçümseyen ve araştırmaya layık görmeyen tutumu, kadınların bin yıllardır deneyimledikleri gerçeklerin dile getirilmemesine, dile getirildiklerinde de münferit örneklermiş gibi değerlendirilmesine yol açıyor.
Birçok kültürde dişil bir şeytanın/cinin yeni doğum yapmış kadın ve çocuğuna musallat olduğuna dair süregelen bir anlatı var. Örneğin Sümer kültüründe bu şeytan/cin Lilith olarak geçiyor, Türk kültüründe albastı/albasması/alkarısı/alkarası gibi isimler almış. Modern bilimin gelişmediği zamanlarda toplumların anlam veremediklerini din ve batıl inançlarla anlamlandırmaya çalışması anlaşılır olsa da kadın deneyimine ilişkin hususların diğer anlatılara kıyasla hep arka planda kaldığı aşikar. Modern bilimin kadın suçluluğuna ve kadın bedenine mesafesinin deşifre edildiği feminist bilim, feminist kriminoloji gibi alanlar da tam olarak bu nedenle doğdu. Kadın deneyiminin ve aktarımın yok sayıldığı, hukuk alanında ve medyada erkek deneyimi ile aynı potada eritilmeye çalışılan konulardan biri de lohusalık sendromunun suç ile ilişkisi.
Bin yıllardır evlere hapsolmuş kadınların sözlü gelenek dışında kendilerini ve deneyimlerini anlatacak hiçbir araçları yoktu. Sözlü geleneğin tabiatı gereği dilden dile dolaşırken abartılmaya, değiştirilmeye veya saptırılmaya olan meyli, kadınların deneyimlerine dair aktarımların doğrudan reddedilmesine sebep olmuş. Kadınların doğum sonrası yaşadığı psikolojik ve fizyolojik değişimlerin 19. yy’a kadar modern bilim tarafından tespit edilememesi de kadın deneyimine olan mesafeyi ortaya koyuyor. Bu tarihlerde bile kadınların doğum sonrası dönemde yaşamış olduğu psikolojik ve fizyolojik değişimlerin sebepleri bilimsel olarak tam anlamıyla ortaya konulmuş değil, ancak böyle bir gerçekliğin varlığının nesilden nesile aktarılan geleneksel tertipleri doğurduğunu görebiliyoruz.
Yaklaşık 40 günlük/6 haftalık süre boyunca lohusa kadında görülen korku, panik, huzursuzluk, ağlama gibi davranış örüntüleri (tıbbi adı ile postpartum sendrom) olabileceğini gösteren deneyim aktarımı kadınların doğumdan sonra 40 gün boyunca evde tek bırakılmaması, bebeğin sorumluluğunun deneyimli bir kadın tarafından paylaşılması, lohusa kadının odasına bazı eşyaların asılması, kadına kırmızı tülbent kurdele bağlanması gibi geleneksel tertipleri beraberinde getirmiş. Diğer yandan albasması olarak yorumlanan süreçte lohusa kadının yaşayabileceği halüsinasyon ve sayıklama gibi (tıbbi adı ile postpartum enfeksiyon ya da dehidrasyon) durumlarda dua okumak, kırk banyosu yaptırmak; kadının kanamasının bir türlü durmadığı durumlarda kanamanın kesilmesi için ayakları yükseltmek, karna sıcak şeyler bağlamak gibi geleneksel tertipler bugün hâlâ yaygın bir biçimde hayatın içinde aktarılarak devam ediyor.
Bu noktada kadınların doğum sonrasında yaşadıklarına ilişkin iki doğru tespit yapılabilir: Birincisi, kadınların doğum sonrası 40 gün/6 haftalık süreçte psikolojik ve fizyolojik olarak farklı bir süreç deneyimledikleri. Bunlar münferit deneyimler olmadıkları gibi, birçok kültürde bir gerçeklik olarak geleneksel tertiplerin varlığıyla karşımıza çıkıyor. İkinci olarak, bu tertipler sözlü gelenekle birlikte birçok batıl inancı ve işe yaramayan uygulamaları barındırsa da, muhtemel kötü durumları önleme kaygısıyla birlikte iyileştirici ve destekleyici uygulamaları da içeriyor.
19.yy sonrasında postpartum dönemde meydana gelen psikolojik rahatsızlıklar çok yoğun araştırmalara mazhar olmasa da lohusa kadınların yaşamış olduğu duygu durum bozuklukları belirtilerin şiddetine, özelliklerine, tedavilerine ve prognozlarına göre üç başlık altında toplanır: Annelik Hüznü (maternity blues), Postpartum (Doğum Sonrası) Depresyon ve Postpartum Psikoz. Annelik hüznü, esas olarak lohusalığın 1. ve 10. günleri arasında meydana gelen ve ağlama krizleri, hafif depresif ruh hali, kaygı ve duygudurum değişikliği ile karakterize edilen geçici bir ruh hali değişikliğidir. Annenin işlevselliğini ve gelişen anne-bebek ilişkisini tehlikeye atan doğum sonrası depresyon ve doğum sonrası depresif belirtiler, bebeğin yaşamının ilk aylarında ortaya çıkar. Bu ruh hali değişikliğinin devam etmesi durumunda lohusa kadının postpartum depresyona girme ihtimali vardır. Postpartum depresyonda ise kadının doğum sonrasında yaşadığı depresyon 3-6 ay sürebilir ve tedavi edilmediğinde postpartum psikoza dönüşme riski ortaya çıkar. Postpartum Psikoz, doğum sonrası dönemde ortaya çıkan psikiyatrik bozuklukların en şiddetlisidir. Tespit edilen vakaların %80’inde belirtilerin ilk bir ay içinde ortaya çıktığı postpartum psikozun belirtileri sıklıkla doğumdan sonraki 3–14. günlerde görülür ve öncesinde, genellikle doğum sonrası 2–3 günlük belirtisiz bir dönem bulunur. Postpartum psikozun belirtileri genellikle depresyon, hezeyanlar ve annenin bebeğine zarar verme ihtimalleri üzerine (örneğin bebeğini aniden dışarı atacağını düşünmesi) saplantılı fikirlere yoğunlaşması olarak ortaya çıkar. Sanrıların temelini annenin bebeğe atfettiği kötücül fikirler oluşturur. Anne bu süreçte bebeğin kötü bir hayat süreceği, içine şeytan girdiği, özel güçleri olduğu veya ölü doğduğu, bebeğin öldürülmesine ilişkin bazı seslerin kulağına fısıldandığı gibi sanrılar yaşar ve çocuğunu öldürerek bu kötü sanrılardan kurtulabileceğini düşünebilir. Acil tedavi edilmesi gereken postpartum psikozdan muzdarip ve ne yazık ki bu düşüncelerini eyleme dönüştürmüş ve bebeklerine zarar vermiş anneler literatürde infantisid olarak tanımlanıyor.
Kadınların geleneksel tertiplerle engel olmaya çalıştıkları şey de, lohusa kadına ve çocuğuna musallat olan Lilith’in depresyon ve en nihayetinde psikozlarla kadına ve çocuğuna zarar vermesidir aslında. Çünkü halk anlatılarında Lilith’i gören lohusa kadınların söylemleri ile postpartum psikozdaki sanrı ve hezeyanlar benzerlik gösteriyor. Bu anlatılara göre Lilith, lohusa kadının üzerine çullanır, çocuğunu elinden almaya çalışır, annenin ve/veya çocuğunun ciğerini yemek ister, çocuğun suyuna boncuk atarak onu boğmaya çalışır.
Lilith’in ve/veya postpartum psikozun sebep olduğu lohusa annenin bebeğini öldürdüğü veya zarar verdiği durumlarda annenin eylemi ceza hukukunun konusu haline geliyor. Sosyal olguları akıl ve değerler süzgecinden geçirip norm haline getiren hukuk sisteminde, kadının özne olduğu ve bin yıllardır kabul edilmeyen sosyal olgular söz konusu olduğunda feministlerin deşifre etmesi gereken haksızlıklara imza atılıyor.
Sadece doğum yapan kadınlara özgü olan bir psikoz nedeniyle meydana gelen annenin bebeğini öldürmesi vakalarında, annenin yaşadığı postpartum psikoz hukuk sistemi tarafından tam olarak anlaşılmış değil. Bebeğini öldüren annelere ilişkin düzenlemeler cumhuriyet döneminden itibaren TCK’da yer bulmuş ve 5237 sayılı TCK’da bu suç kasten öldürme suçunun nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. TCK m. 82/1-d-e bentleri kapsamında değerlendirilen annenin eylemine ilişkin yaptırım ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır.
Annenin bir akıl hastalığının mevcut olması halinde TCK m. 32 hükümleri uygulanarak anneye ceza verilmez ve güvenlik tedbiri hükmolunur. Annenin geçici bir nedenle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalması durumunda da TCK m.34 kapsamında anneye ceza verilmez. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, söz konusu “geçici neden” aslında lohusalık sendromunu da kapsar.
Uygulamanın hukukun ayrılmaz bir parçası olduğu düşünüldüğünde, hukuk sistemi tarafından lohusalık sendromu kavramının tam olarak idrak edilememiş olması büyük bir haksızlık pratiğini doğuruyor. Elbette, lohusa kadının eylemi ile lohusalık döneminde yaşadığı psikolojik ve biyolojik olarak beliren durumlar arasında bir illiyet bağının kurulabilir olmasına ihtiyaç var. Bu illiyet bağının kurulması için de psikolojik değişimlerin belirli bir düzeyde olması gerekir. Literatürde her ne kadar bebeklerini öldüren annelerin bu sendrom etkisi altında kusur yeteneğinin azalabileceği düşünüldüğünden psikiyatrik bilirkişi raporu alınmalı dense de uygulamada “cani anne bebeğini boğarak öldürdü” haberini okuyan sıradan bir okuyucuyu tatmin edecek Yargıtay ve yerel mahkeme kararları karşımıza çıkıyor. TCK m.32 bağlamında bir akıl hastalığı söz konusu ise mahkemelerin konuyu akıl hastalığı bağlamında değerlendirdiği de görülüyor. Ancak kanunun gerekçesinde belirtilen geçici bir neden olarak lohusalık sendromu hususunun değerlendirilmeye alındığı pek görülen bir durum değil.
Lohusalık sendromu başlı başına bir psikolojik rahatsızlık olmamakla birlikte doğumdan hemen sonra başlayıp belirli bir süre devam ettikten sonra tamamen ortadan kalkabiliyor. Bir süre sonra da hiçbir belirtinin tespit edilemediği bir duruma dönüşüyor. Bu nedenle hukuki açıdan, kadının suç eylemini işlediği andaki psikolojisinin tespiti gerekli. Adli tıp randevularının iki yıl sonrası gibi ileri tarihlere verilmesi maalesef bu tespiti zorlaştırıyor. Uygulamada suç eylemini gerçekleştiren annenin cezai sorumluluğunun olup olmadığına ilişkin raporun suçun işlendiği tarihten çok sonra düzenlenmesi bu kadınların durumunu çıkmaza sokuyor.
Bilirkişi raporunun düzenlendiği süreçte lohusa sendromu ile var olan bir akıl hastalığının tespiti halinde suç eylemini gerçekleştiren kadınların durumları TCK 32 bağlamında cezasızlık gibi sonuçları doğursa da, geçici bir süre bu sendromun etkisinde olan kadınlar için büyük bir hak kaybı ortaya çıktığı da bir gerçek. Lohusalık sendromunun kadının olay anındaki algılama yeteneğini ortadan kaldırması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğini önemli ölçüde zayıflatması söz konusu olduğunda TCK 34’ün uygulanması gerekir. Etkin ve adil bir yargılama için kadının olay anındaki psikolojisinin tespitine ihtiyaç olduğu açık. Ancak bu, uygulamada neredeyse yok denebilecek kadar az görülen bir pratik.
Basına ‘cani anne’ başlığıyla yansıyan birçok haberde kadınların ilk ifadelerinin ve yargılama aşamasındaki ifadelerinin farklı olduğunu görebilirsiniz. Kadınların ilk ifadelerinde sağlıklı denemeyecek gerekçeleri dikkat çeker. Geceleri gözlerini açık gördüğümde korkuyordum, çok ağlıyordu, yetimhanede büyüyecekti gibi açıklamalar uzun süren yargılamalar neticesinde bazen hatayla oldu, fark etmeden gerçekleştirdim gibi savunmalara dönüşür. Bu, kadınların kendilerinin de tam olarak algılayamadığı bir gerçeklik içinde yargılama karşısında güçsüz bırakılmasının bir sonucu. Kadınların kendilerine özgü koşullarının ceza adalet sisteminde daha fazla dile getirilerek kadına özgü suçların daha fazla çalışma alanı bulması şart. Feminist kriminolojik anlayış, bu adaletin tesisinde önemli bir bakış açısı sunuyor. Kadınların suç motivasyonlarının, kadına özgü deneyimlerinin farklılığı dile getirilmediği ve deşifre edilmediği sürece kadınların adalete erişimi imkânsız olmaya devam edecek. Neredeyse her hafta benzer bir vakanın yaşandığını tespit etmek basit bir internet aramasıyla bile mümkünken bu vakalar münferit örnekler olarak kalmaya ve anlaşılmamış kadın deneyimleri kadın düşmanlığıyla sunulmaya devam ediyor.
KAYNAKÇA
Goodman JH. Postpartum depression beyond the early postpartum period. J Obstet Gynecol Neonatal Nurs. 2004 Jul-Aug;33(4):410-20. S.210 doi: 10.1177/0884217504266915. PMID: 15346666.
Gölbaşı, Zehra, and Gamze Eğri. “Doğum sonu dönemde annenin bakımına yönelik yapılan geleneksel uygulamalar.” Cumhuriyet Medical Journal 32.3 (2010): 276-282.
Kamile Marakoğlu-Saniye Özdemir-Selma Çivi, “Postpartum Depresyon”, Türkiye Klinikleri J Med Sci 29, S.1, 2009, s. 207 (206-214).s.207
Kılıç, Yusuf; Elvan, E. S. E. R. Lohusalık Sendromu (al ana/alkarısı/albastı)’nun Eskiçağ Yakındoğu Toplumlarının Kültürlerindeki İzleri: Lilith Gerçeği. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2018, 5.17 Prof. Dr. Hüseyin Sever Armağan Sayısı: 29-60.s.34
Şimşek, Esma. Türk Kültüründe ‘’Alkarısı’’ İnancı ve Bu İnanca Bağlı Olarak Anlatılan Efsaneler. Akra. Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, 2017, 5.12: 99-115.
Yerdelen, Erdal. Kusurluluğu Etkileyen Bir Neden: Lohusalık Sendromu (Bir Anne Bebeğini Niçin Öldürür? Cani Mi Yoksa Zavallı Mı?). Ceza Hukuku Dergisi, 2018.
- Kılıç, Yusuf; Elvan, E. S. E. R. Lohusalık Sendromu (al ana/alkarısı/albastı)’nun Eskiçağ Yakındoğu Toplumlarının Kültürlerindeki İzleri: Lilith Gerçeği. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 2018, 5.17 Prof. Dr. Hüseyin Sever Armağan Sayısı: 29-60.s.34
- Gölbaşı, Zehra, and Gamze Eğri. “Doğum sonu dönemde annenin bakımına yönelik yapılan geleneksel uygulamalar.” Cumhuriyet Medical Journal 32.3 (2010): 276-282.
- Kamile Marakoğlu-Saniye Özdemir-Selma Çivi, “Postpartum Depresyon”, Türkiye Klinikleri J Med Sci 29, S.1, 2009, s. 207 (206-214).s.207
- Goodman JH. Postpartum depression beyond the early postpartum period. J Obstet Gynecol Neonatal Nurs. 2004 Jul-Aug;33(4):410-20. S.210 doi: 10.1177/0884217504266915. PMID: 15346666.
- Yerdelen, Erdal. Kusurluluğu Etkileyen Bir Neden: Lohusalık Sendromu (Bir Anne Bebeğini Niçin Öldürür? Cani Mi Yoksa Zavallı Mı?). Ceza Hukuku Dergisi, 2018. S.39
- Şimşek, Esma. Türk Kültüründe ‘’Alkarısı’’ İnancı ve Bu İnanca Bağlı Olarak Anlatılan Efsaneler. Akra. Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, 2017, 5.12: 99-115.
- Yerdelen, Erdal. Kusurluluğu Etkileyen Bir Neden: Lohusalık Sendromu (Bir Anne Bebeğini Niçin Öldürür? Cani Mi Yoksa Zavallı Mı?). Ceza Hukuku Dergisi, 2018.
- https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/2-aylik-bebegini-denize-atan-kadinin-cezasi-belli-oldu-468343
- https://www.ensonhaber.com/3-sayfa/sancaktepede-bebegini-olduren-suriyeli-anne-tutuklandi