Nevâl es-Saadavi, kitapları Türkçeye de çevrilmiş, ömrünü mücadeleyle geçirmiş bir feminist. 2017 sonunda sister-hood.com’da yayınlanmış bu yazısını hem yaşam hem siyasi mücadele deneyimi zengin bir feministin fikirlerini aktarmak istediğimiz için çevirdik. (Fotoğraf: Flickr / Kyla Borg)
İkiyüzlü ahlâkın kutsal yasası
Küçüklüğümden beri evlilik sözcüğünden nefret ettim. Etrafımdaki evli kadınların hepsi bedbaht görünüyordu; büyükkannem, annem, teyze ve halalarım, kuzenlerim ve diğer herkes. Gülümsediklerinde, hatta kahkaha attıklarında bile üzgün gibilerdi. Anneannem Amna üst orta sınıftan bir kadındı; ekonomik açıdan konforlu, yarı Mısırlı yarı Türk. Ailedeki kadınların içinde en bedbaht olandı. En itaatkarları oydu. Her zaman suskun, salonun uzak bir köşesinde yalnız başına oturan. Bazen anlaşılmaz dualar mırıldandığını ya da birine ağzının içinde öfkeyle söylendiğini işitirdim. Belki otoriter asker kocasına ya da Ulu Erkek Allah’a söyleniyordu. En sevdiği kızı olan annem Zeyneb dışında hiçkimse onun sırlarını bilmezdi.
Babaannemse güçlü, çalışkan bir köylüydü; bir savaşçı. Köyünün geleneklerine meydan okumuştu. Kocasından nefret ettiğini açıkça söylüyordu. Bir ‘çocuk gelin’ idi, düğün gecesi kocasının tecavüzüne uğradığında sadece on yaşındaydı. Ertesinde yaşadığı kanama yüzünden ölümden dönmüştü. Adam öldüğündeyse şen bir zılgıt çekmişti, buna yaşadığı köyün dilinde zaghrouta diyorlardı. Kendini evlilikten temizlemek için sıcak bir banyo yapmış, kocasından sonra bir daha hiçbir erkeğe dokunmayacağına dair yemin etmişti.
Annem bu kadınların arasında en mutlu olan gibi görünüyordu. Babam sıradışı biçimde sadık bir kocaydı. Ancak annem okulda iyi bir öğrenci olmuştu ve aslında entelektüel heveslere sahipti. ‘Bir şey icat etmek’ istediğini söylemişti bana. Evliliğin getirdiği sorumluluklarla ve benim de dahil olduğum dokuz çocuğunu yetiştirerek tüm düşlerinden vazgeçmişti. Öldüğünde gencecikti, sadece kırkbeş yaşında.
Bugün seksenyedi yaşındayım. Hiçbir zaman şimdi yalnız yaşarken sahip olduğum mutluluğu tatmadım. Özgürlüğü adeta temiz hava ve güneşmiscesine duyumsayabiliyorum. Üç adamla evlendim ve hepsinden boşandım. Evlilik, nadir mutlu anlar disinda benim için bir mezar gibiydi. Annelik, iki yaratıcı çocuğuma duyduğum muazzam sevgi ve saygıya rağmen bir zindandı.
Sorun erkeğin kendisinden ziyade aile hukukunun temel aldığı evlilik kurumu. Üç kocamın da görece iyi insanlar olduğunu söyleyebilirim. Fakat ataerkil dini sistem ve aile hukuku her iyi adamı kötü bir kocaya dönüştürebilir. Erkeklerle evlenmeden önceki ilişkilerim genelde eşitliğe dayalıydı ve boşandıktan sonra da hepsiyle iyi arkadaş oldum. Ancak bir erkek evlilik içinde bir insandan ziyade bir koca gibi davranır. Aile hukukunda erkek karısı ve çocukları üzerinde mutlak otoriteye sahip olur ve aile hukukunun temeli de dini yasalara dayanır. Kutsal kitaplarda tanrı, kocaların karılarının üzerinde toplumsal, cinsel ve ahlaki olarak hak sahibi olduğunu buyurur. Ancak kadınlara kocaları üzerinde herhangi bir hak bahşetmez.
İki kocası olan bir kadının hapse girmesi ya da öldürülmesi mümkün ancak bir erkek eğer isterse dört ya da daha fazla kadınla evlenebiliyor. Mısır’da bir erkek ne zaman canı isterse karısını sözlü olarak boşama hakkına sahip. Tek bir kelime sarfetmesi yeterli: Talak. Bu da Arapça ‘boşandın’ demek. Mısır dünyanın en yüksek boşanma oranına sahip. Birkaç ay önce Mısır devlet başkanı Sisi bir erkeğin resmi bir başvuru yapmadan karısını boşamasının önüne geçmek için sözlü boşanmanın ortadan kaldırılması gerektiğini ifade etti. Ancak İslami yetkililer El-Ezher’de bir toplantı düzenledi ve kimsenin Allah’ın buyruklarını değiştiremeyeceği ilan edildi. Yaptıkları açıklamada sözlü boşanmanın Allah ve peygamberleri Muhammed tarafından erkeklere bahşedildiği söylendi.
Öte yandan bir kadın kocasından bir yargıcın mahkeme kararı olmadan boşanamıyor. Boşanma senelerce sürüyor. Bir kadının boşanmak için on yıldan fazla beklediği davalar olabilmekte.
Eğer özgürlük yoksa…
Benim en azından zihnim özgürdü, dini aile yasasını da kabul etmemiştim. Üç kocamdan da hiç mahkemeye gitmeden boşandım. Kendi irademle her birini beni terketmeye mecbur kıldım. Hiçbir erkek iradem dışında benimle yaşayamaz. Ben kendi kendimin sahibiyim; bedenimin, evimin. Hiçbir adam benimle evlenmek için bana para ya da hediye vermedi. Arkadaşlarım çok iyi bilir, kimseden hediye kabul etmem. Hep babamın “Hediye rüşvettir” lafını hatırlarım. Prensibim ekonomik, sosyal, ahlaki ve psikolojik olarak bağımsız olmaktı. Yalnızca kocalarımdan ve diğer erkeklerden değil aynı zamanda yaşamın tüm maddi zenginliklerinden.
Hiçbir ruhani harekete dahil olmadım. Bazı feministler dindar değil ruhani (spiritüel) olduklarını söyler. Bu yanıltıcı bir şey çünkü din beden ve ruhun arasındaki ayrıma dayanır ve kadınların ezilmişliği de fiziksel ve ruhsal olanın ayrılmasında yatar. Kimi gelişmiş seküler ülkelerde aile hukuku kadınlarla erkekleri eşit görse de dini ve ataerkil değerler kültüre egemendirler. Kimi başka ülkelerdeyse aile hukuku direkt dini yasalara dayanarak kocayı karısının patronu ve vasisi kılmaktadır. Koca ve devlet yetkilileri kadının davranışlarını özellikle cinselliği temel alarak denetler. Biricik kocasından başka hiçbir erkek ona dokunmamalıdır ama kocası cinsel olarak özgürdür. Erkekler tüm dinlerde ve kültürlerde çokeşliyken kadınların tekeşli olması beklenir. Eğer kadınların birden fazla kocaya sahip olmasına izin verilirse babanın adı bilinemez. Ataerkillikse babanın kim olduğunun bilinmesine dayanır.
Evliliğim sırasında farkına varmıştım ki kocam sadece tek bir erkek değil, Feodal Eril Tanrı’nın egemenliğinin tanınmasına dayanan ataerkilliğin doğuşundan bugüne var olan tüm erkeklerdi. Antik Mısır’da Maat bizim adalet tanrıçamız, İsis ise bilgi tanrıçasıydı. Onların düşüşünden sonra adalet ve bilginin yerini adaletsizlik, diktatörlük ve zihnin örtü altına girmesi aldı.
Antik Mısır’da çocuklar annelerinin ismini taşırdı. Annenin adı çocuğa onur verirdi. Bugünkü Mısır’daysa çocuklar yalnızca babalarının ismini taşıyor. Babanın kim olduğu bilinmiyorsa çocuk gayrimeşru oluyor. Annenin adı bir çocuğa onursuzluk ve utanç getiriyor. 2008’de gayrimeşru çocuklara bir takım haklar kazandıran bir yasa değişikliği yapıldı ama yine de ataerkil aile yasaları ve köhne dini değerler ülkemizde egemenliğini sürdürüyor.
Genç ve eğitimli kadınlar bugün dini nikaha karşı isyanda. Sevgilileriyle özgür ilişkiler kurmayı yeğliyorlar. Evlilik oranı düşerken boşanma oranları yükselişte. Doğuda ve batıda bir süredir gözlemlediğimiz gibi bizim ülkemizde de ataerkil aile yakın gelecekte gözden kaybolabilir.
Annem evliliğin bir mezar, anneliğin bir zindan olduğunu söylemişti. Hem de babam görece iyi bir koca olmasına rağmen. Benim hayatım anneminkinden çok daha iyi. Onun olduğundan daha özgürüm. En azından iyi ya da kötü herhangi bir koca için karı rolünü oynamak zorunda kalmadım. Yine de kendi annelik anlayışıma göre iyi bir anne oldum. Aslına bakarsanız o saf, temiz, mükemmel anne rolünü hiç mi hiç oynamadım. Çocuklarım benden bağımsız ve özgürdüler, ben de onlardan.
Özgürlük oksijen gibidir. Özgürlük olmadan yaşayamayız. Eğer ailede ve toplumda hiç özgürlük yoksa yaratıcılık da olamaz.
Çeviri: Güleren E.