‘biyolojik’ cinsiyetin dayanılmaz yokluğu

periyodik olarak karşımıza çıkan bir meseleyle uğraşasım var. ‘biyolojik’ cinsiyet diye bir şeyin var olmadığı iddiası. aşağıdaki twitte artık bu ‘ya varsa’ raddesine erişmiş. son yıllarda üreme işlevlerine dayalı bedensel bir cinsiyet tanımının yanlış olduğundan sık sık bahsediliyor. bu da insan bedenindeki gelişimsel çeşitliliğe dayandırılıyor ancak bu açıklama yetersiz. çünkü çeşitlilik ve kusurlarıyla var olan milyarlarca beden, insanın eşeyli üreyen bir canlı olması gerçeğini değiştirmiyor. toplumsal hayatı ya da cinselliği, üremeyi merkeze almadan kurmuş bir dünya arzu etmekle, cinsiyetlerin hiç var olmadığını iddia etmek aynı şey değil. öte yandan buna alternatif olarak, cinsiyeti karakterlerimize ya da hislerimize dayalı bir ‘cinsiyet kimliği’ fikrine göre tarif etmemizin daha yerinde olduğu iddia ediliyor. bunun üzerine biraz kafa patlatmak ve aşağıdaki sorulara cevap vermek istiyorum.

kullandığımız tüm kavramların, kategorilerin tarihsel ve toplumsal bir kuruluş süreci var. ve sözcükler de imajlar gibi şeylerin birer temsili. dolayısıyla bu nasıl aslında bir pipo değilse, ‘biyolojik cinsiyet’ de o kadar yok.

MagrittePipe.jpg

aslında ‘biyolojik cinsiyet’ tamlamasının daha ziyade ihtiyaçtan ortaya çıktığını ve ‘cinsiyet’in önüne sıfat olarak ‘biyolojik’ eklendiğini sanıyorum. çünkü anatomi bilgisine ve üreme işlevine dayanan bedensel nitelikler toplamına zaten basitçe cinsiyet deniyordu. feministlerse cinsiyetin bir kavram olarak bunu aştığını, bir toplumsal kurallar bütününden kopuk anlaşılamayacağını tespit etmişlerdi. dolayısıyla ataerkil düzen içinde bu ‘biyolojik’ ayrımın aslında toplumsal kurallarla, normlarla iç içe varlık gösterdiğini, ‘doğal’ kabul ettiğimiz pek çok şeyin aslında zaman içinde cinsiyetin bir parçası olarak görülegeldiğini, toplumsallıktan kopuk düşünemeyeceğimiz tarihimizin bedenlerimize yüklediğimiz anlamları da şekillendirdiğini ortaya serdiler.

böylece kadınları binlerce yıldır ezen, sömüren ataerkil düzenin bize kurallar belletmesine karşı çıkıp kavramsal bir ayrım geliştirdiler. şimdi önüne ‘biyolojik’ konarak ifade edilmeye çalışılan ‘cinsiyet’ (ya da bazen kullanıldığı haliyle ‘cins’) ve ‘toplumsal cinsiyet’. bu ayrımın yapılıp yapılamayacağına dair tartışma da uzun senelere yayılmış görünüyor. benim kendimce anladığıma göre söylenen şey, insanların ilki biyolojik ikincisi toplumsal olan iki tür cinsiyete sahip olmaları değildi. insanların cinsiyetleri vardır ve bu bedensel bir niteliktir, ancak bir toplumsal cinsiyetleri yoktur. toplumsal cinsiyet, insanların cinsiyetlerine göre konumlandığı bir toplumsal çerçevedir. örneğin gülnur acar savran’ın feminizm yazıları’nda derlenen metinlerindeki kimi açıklamalar benim bu kargaşada bir anlam bulabilmem için yol gösterici olmuştu:

biz onu hangi sözcüklerle ifade edersek edelim, bugün insanların eşeyli olarak ürediğini ve buna dair bedensel farklılıkları olduğunu gözlemleyebiliriz. temelde ‘var olan’ şey bu. bütün insanların üreme işlevleri aynı şekilde, tıkır tıkır işlemeyebilir; organlarının gelişiminde farklılıklar, çeşitlilikler vardır. ancak hepimiz eşeyli üreyen insanlığın birer ‘kusurlu’ parçasıyızdır. mükemmel bir insan bedeni olmadığı gibi, mutlak bir dişi ya da erkek de yoktur. örneğin insanlar görme duyusuna sahip canlılardır ama kimimiz bundan yoksun doğarız. herkes aynı şekilde görmez, birbirinden farklı derecelerde hipermetrop ya da miyopuzdur; kimimiz renk körüyüzdür vb… yani insan olmanın koşulu gören gözlere sahip olmak değilse, dişi bir insan olmanın koşulu da kusursuz çalışan bir üreme sistemi geliştirmek olarak algılanmamalı. insanların eril ve dişil olarak iki cinsiyete sahip olduğunu söylemek bu iki cinsiyetin mutlak birer formda var olmasını gerektirmez. olanca çeşitliliğiyle var olan insanlık üreyebilmek için büyük ve küçük üreme hücrelerini (gametler) oluşturacak iki farklı üreme sistemi geliştirecek şekilde evrimleşmiştir. ‘biyolojik’ cinsiyet ya da bu sıfatı kullanmadığımızda da cinsiyet en basit anlamıyla yalnızca bu olabilir. ancak bu farklılığın içindeki çeşitlilik onlarca farklı cinsiyete işaret etmez.

konuyla ilgili feminist kargaşayla epeydir boğuşuyor, meseleyi elimden geldiğince anlamaya çalışıyorum. aman yanlış bir şey söylemiş olmayayım kaygısını uzun süre taşıdım, ancak tüm hevesime rağmen ‘biyolojik cinsiyetin var olmadığına’ senelerdir ikna olamadım. cinsiyetin somut gerçekliğini kabul etmenin ve toplumsal cinsiyeti kavramsal olarak ayırmanın kadınların hayrına olduğu konusunda şahsen pek bir tereddütüm kalmadı. bunun sebebi de bu duruşa öfkelenen pek çok kişinin sandığının aksine ‘biyolojik’ cinsiyeti çok katı sınırları olan mutlak bir ikilik olarak okumamakta yatıyor. biyolojik olanı bu kadar katılaştıran şey kendi yapısı değil onu hayatımızın merkezine yerleştiren toplumsal cinsiyettir. insanlık kadınları üreme potansiyelleri ekseninde köleleştirmiş, sömürmüş olmasaydı büyük ihtimalle cinselliğimizi ve dolayısıyla cinsiyetimizi de üremeyi merkeze alarak tanımlamıyor olacaktık. dişi bedeni ya üreme faaliyetine, yani analığa ya da erkeğe haz verecek bir nesneye, yani fahişeliğe indirgeyerek ilerleyen tarihsel süreç bu iki işlevi yerine getirmeye yarayacak bedenlerin ideal formlarını da bize dayatıyor. biyolojik yapımızda, anatomimizde bu ideallere uymayan her ‘kusur’u istisna hatta farklı cinsiyetler olarak görmek, her birimizin kusurlarıyla varolmasını sağlayan bir strateji gibi görünse de bence bu bir yanılgı. çünkü her biri yine o ikilikten doğal yeni ideal formlar yaratma potansiyeli taşıyor.

gelelim tepedeki twitin sorusuna; bu bilginin bizim ne işimize yaradığına. anlattığım sebeplerle, kadınlar olarak cinsiyetimizi gözlemleyebiliyor oluşumuz pek büyük bir sır değil. kadınların salt bedensel nitelikleri, cinsiyetleri temel alınarak ezilmesinin ve sömürülmesinin de bir tarihi var; şimdi de günümüz koşullarında devam etmekte. buna direnmek, kadınların özgürlüğü için mücadele etmek için de cinsiyetimiz temelinde ne şekillerde baskıya uğradığımızı, emeğimizin, bedenimizin ve kimliğimizin nasıl sömürüldüğünü anlatacak sözcüklere ve kavramlara ihtiyacımız var. kadınlığı somut bir gerçeklik olarak açıklamaktan yoksun kılınmak istenince, elimizden bizi biraraya getirecek ve kendimizi ifade edecek araçlardan birinin alınmak istendiğini düşünüyorum.

bu tartışmadaki pek çok kadın için ‘biyolojik cinsiyet’ elle tutulabilen, gözlemlenebilen bedensel niteliklerini tarifleme ihtiyacını karşılıyor. kendisinin kanlı canlı, somut gerçekliğinin elimizdeki kavramlarla ifadesinden ibaret. dolayısıyla kadınların kendini tariflemek ve bu temelde siyasi bir özne olmak için mutlaka cinsiyet üzerine felsefi ya da teorik bir tartışmaya girmesi gerekmiyor. sonuçta bu konuda derin tartışmalara girmemiş, girmeye de fırsatı olmamış kadınları kendi cinsiyetlerinden şüpheye düşürmek, uzun vadede daha ziyade onların ayaklarına taş bağlamaya, örgütlü bir siyaset geliştirmelerine ket vurmaya yarıyor. ataerkilliğin kadınların kendilerinden şüphe duymasından, adlarını koyamamasından, bedenlerini tanıyamamasından nemalanması çok beklenmedik bir şey değil.

kendi deneyimimden örnek vermem gerekirse iki kez, iki -kuir- erkek tarafından cinsiyetin aslında olmadığı iddiasıyla söylediklerim itibarsızlaşmaya çalışıldı. ilki erkeklerin bizim amlarımız hakkında bir pankart taşımasını eleştirmem sonucunda gerçekleşmişti. ikincisiyse bir siyasi kongrede kadın kotasının kabulü için bastırmama karşın söylenmişti. e ‘biyolojik’ cinsiyet yoksa bu iki durumda da haksız sayılmam kaçınılmazdı. bu bile ihtiyacımızın neye dayandığını gösteriyor olmalı.

garip olan şu: ‘biyolojik cinsiyet’in yokluğu üzerine gidildikçe toplumsal cinsiyetin tamamen bir kurgu olduğu fikrinden daha az bahsedilir oluyor. bize cinsiyete dair ciddiye almamız gereken tek şeyin insanların zihnindeki bir fikir ya da his olduğu söylenip duruyor. buna göre bizler dişi bedenlere sahip insanlar değil, erkek egemenliğin süzgecinde biçimlenmiş, kadınlıktan ziyade ‘kadınsılık’ olarak tarif edilebilecek bir fikirden ibaretiz. adeta kendi yokluğumuzu onaylamamız bekleniyor. oysa hepimiz biliyoruz ki, kadınlar vardır.

Bu yazı daha önce DIŞ KAPININ MANDALI‘nda yayınlandı.
Bültene abone olup yazıları takip edebilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s