Avrupa Göçmen Kadınlar Ağı, geçtiğimiz Mart ayı sonunda paylaştığı bu metinde bizlere Beauvoir’ın bir uyarısını hatırlatıyor: “Kadın haklarının sorgulanması için siyasi, ekonomik veya dini bir krizin yeterli olacağını asla unutmayın. Bu haklar asla tam anlamıyla elde edilemez. Hayatınız boyunca tetikte kalmanız gerekecek”. Nitekim Türkiye’de de bunu İstanbul Sözleşmesi’ne ve kadınların nafaka hakkına açılan savaşın Covid-19’un yaşamlarımızı her anlamda işgal ettiği günlerde yoğunlaşmasında izleyebiliyoruz. Bu metnin çevirisine, hem bize bunları hatırlatması, aramızdaki benzerlikleri göstermesi; hem de Avrupa’da yaşayan ama kökleri dünyanın başka yerlerinde olan kadınların görüşlerine yer vermek, görece refah içindeki ülkelerde de kadınların bu krizde ne gibi zorluklar yaşadığını aktarmak için yer verdik…
Covid-19 pandemisinin ve salgının önlenmesi için devletler tarafından alınan tedbirlerin ortasında, Avrupa Göçmen Kadınlar Ağı (European Network of Migrant Women) olarak bu krizin bazı yönlerine dair analizimizi, küresel feminist bir bakış açısından sunmak istiyoruz.
EPİDEMİ ESNASINDA SIĞINMACI KADINLAR VE KIZLAR
Epideminin patlak vermesinin başlangıcında, Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) “COVİD-19 ile savaşmaya yardımcı” birtakım tedbirler yayınladı. İşin gerçeği, bu tedbirlerin hiçbiri şu an mültecilerin konakladığı yerleşkelerde uygulanamaz. Çoğu mülteci tesisinde yeterli temiz su, banyo veya sabun olmadığından elleri sık sık dezenfekte etmek gibi çok basit bir adımı uygulamak bile imkansız. ECDC, “evde veya belirlenmiş bir ortamda, tek, özel, yeterince havalandırılmış bir oda ve tercihen özel bir tuvalet ” kullanmayı, “kalabalık ortamlardan” kaçınmayı ve “sosyal mesafeyi” korumayı tavsiye ediyor. Mültecilerin çoğu zaman kapasitelerinin üstünde insan barındıran odalarda kaldığını göz önünde bulundurduğumuzda bunların hiçbirinin sürdürülebilir olması mümkün değil. “2-4 hafta yetecek kadar erzak bulundurun” önerisi, bu erzağı saklayabilmek için herhangi bir geliri, satın alacak ve depolayacak yeri olmayan mülteciler için yine imkansız. Bu süreçte mülteciler, vefat etmiş, kaybolmuş veya başka bir ülkede olan “sosyal bağlantılarını” da devreye sokamaz.
Birçok sivil toplum kuruluşu ve Avrupa Parlamentosu Temel Haklar, Adalet ve İçişleri (LIBE) Komitesi, çoktan pandeminin “mülteci ve göçmen boyutu”na vurgu yaptı. Bununla birlikte, bu koşullar herhangi bir mülteci için kötü olsa da nesnel olarak kadınlar ve kızlar için; hele de örneğin Yunanistan-Türkiye sınırında kısılı kalmış olanlar, İrlanda’da ‘Direct Provision’ veya İtalya’da ‘hotspot’ olarak anılan konaklama merkezlerinde yaşayanlar için çoğumuzun hayal edebileceğinden çok daha kötüdür. Halihazırda erkeklerin bakışlarından ve tacizden uzak, temel ihtiyaçlarını giderebildikleri, pedlerini değiştirebilecekleri, çocuklarını emzirebilecekleri veya duş alabilecekleri kadınlara özel güvenli alanlara sahip olmayan ve süregelen erkek şiddetine -toplu tecavüz ve zorla evlilik de dahil olmak üzere- maruz kalan kadınlar; şimdi hasta bakımını da sırtlamakla uğraşıp enfeksiyon riskini azaltmaya çalışırken, bu krizin ortasında ortaya kaçınılmaz olarak çıkan yeni çatışmaları ve erkek şiddetini idare etmek zorunda da kalıyorlar.
YAŞLI KADINLAR
Birleşmiş Milletler’de yaşlıların tüm insan hakları konusunda bağımsız uzman olan Rosa Komfled-Matte, “Bakımevlerinde terkedilmiş yaşlılar veya huzurevlerinde bulunan cesetler hakkındaki raporlar endişe verici. Bu kabul edilemez,” şeklinde konuştu. Raporlardan kastettiği ise Avrupa’dan gelmekte olanlardı.
Hepimiz çoktan “en çok risk altında olanların YALNIZCA yaşlılar”, “SADECE 70 yaş ve üzeri için ölümcül sonuçların yüksek”, çok fazla insanın öldüğünü, “FAKAT çoğunun yaşlı” olduğunu duyduk.
Bu ifadelerin tamamı, şaşırtıcı olmasa da rahatsız edici bir gerçeği, yaşlılara karşı olan umursamaz tavrı gün yüzüne çıkarıyor. Bu pandemiyle birlikte, yaşlandığı halde gençliği takıntı haline getirmiş, medyadan feminist harekete kadar her şeyin “gençlik”i methettiği, genç insanların özgür tercih ve bireysel güçlenme gibi liberal doktrinler tarafından hedef alındığı Avrupa toplumunda yaşlılar, en iyi ihtimalle “istenmeyen” en kötü ihtimalle “harcanabilir” olanı sembolize eder hâle geldi. Yaşlı ve savunmasız kişiler için alışveriş saatleri ve evlere yemek servisi gibi bazı girişimler mevcutsa da, bunlar “güçlü olan hayatta kalır” bağlamında yalnızca “ekstra” önlemler. Bu bağlam, panik halinde alışveriş yapan ayrıca sorumsuzca dışarıya çıkan fit, hareket kabiliyetine sahip ve zengin kişilerin “Covid-19 tarafından öleceklerin YALNIZCA yaşlılar olacağı” mesajıyla kendilerini güvende hissettiği anlamına geliyor.
Özellikle 35 yaş altı herkesi “genç” sayan Avrupa Birliği’nde “yaşlı” oldukça soyut bir kategori. Avrupa’da kadınlar, 60 yaş üstü kişilerin %55’ini, 80 yaş üstü kişilerin %64’ünü ve yüz yaşını aşmışların %84’ünü oluşturuyor ve erkeklerden daha uzun yaşıyor. Bu kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyor olabilirler ancak ilerlemiş yaşlarına da bağlı olarak kronik sağlık problemlerine sahipler; yıllarca bakımını üstlendikleri kocalarının veya ailerinin ölümünden sonra yalnız yaşıyor; toplumun en yoksul kesimlerinden birini oluşturuyorlar. Doktorlar hayatta kalma şansı en yüksek olan veya yoğun bakımdan çıktıktan sonra onlara bakabilecek ailelere sahip kişilere öncelik verirken ölüme terk edilmesi gerekenlerin bu kadınlar olacağını varsayabilir miyiz?
ERKEK ŞİDDETİ PANDEMİSİ
Eğer tarihten öğreneceğimiz bir şey varsa o da -herhangi- bir krizin ardından patlak veren ilk şeyin erkek şiddeti olduğu. Toplu katliamların ve çete şiddetinin ezici çoğunluğunun erkekler tarafından gerçekleştirildiği modern toplumlarda bu pandeminin; krizin psikolojik, ekonomik ve sosyal sonuçlarıyla başa çıkamayan erkeklerde bir şiddet dalgasını tetikleyebileceğini biliyor olmamız gerek. Doğal felaketlerden etkilenen yerlerde ve çatışma bölgelerinde çalışmış olanlarımız, stabil sosyal yapıların çöküşünün, bu çöküşten bağımsız gibi gözüken şiddet dalgalarını serbet bırakabileceğini çok iyi biliyoruz. Bu şiddetin ilk hedefi ise kadınlar.
Göç üzerine yaptığımız çalışmalardan da kadınların değişen koşullara daha hızlı uyum sağladığını, daha fazla direnç ve esneklik sergilediklerini, statü veya gelir kaybıyla baş etmek konusunda psikolojik olarak daha hazırlıklı olduklarını biliyoruz. Ne de olsa çoğumuz çocukluktan beri “ikinci cins” statümüzü kabul etmek için eğitildik. Öte yandan erkekler genellikle kontrol kaybı, reddedilme veya ekonomik istikrarsızlıkla baş edemiyorlar. Erkeklerin küresel intihar oranları kadınlarınkiyle karşılaştırıldığında bize tam olarak bunu söylüyor. Kaçınılmaz olarak kitlesel ölçekte psikolojik sonuçlar doğuran böylesi bir sağlık krizinde, erkeklerin bu sonuçlarla baş etmekteki yetersizliği de kitlesel hale geliyor. Pek çok kadın ve erkek aynı evlerde kilitli kalmışken ve ev içi erkek şiddeti gerçek bir risk oluştururken, bu krize karşı kitlesel eril tepki riski de oldukça gerçek.
GREVIO Komitesi ve BM Kadına Yönelik Şiddet Özel Muhabiri gibi pek çok feminist ve feminist grup, sokağa çıkma yasağının kadınlar için yarattığı tehlikeye dikkat çekti. Ev, erkekler tarafından cinsel ve fiziksel saldırıya uğrama ve öldürülme ihtimalimizin en yüksek olduğu yer. Bu istatiksel gerçeği göz önünde bulundurduğumuzda, kadınlara evde kalmalarını öneren veya talep eden her önlem, kendi içinde bir problem teşkil eder. Yeni bir epidemik olan Covid-19 ile eski bir epidemik olan erkek şiddeti arasında yapılan acımasız seçim ise apaçık: Halk sağlığını ilgilendiren bir kriz esnasında eğer bir kadınsanız, dayağı en azından kendi evinizde yersiniz!
Bunlar abartılı sözler değil: Çin’de ev içi şiddet ile ilgilenen sivil toplum kuruluşları, karantina esnasında mağdurlara verilen destek azalırken, ev içi şiddetin arttığını ve nedenlerin %90’ının epidemi ile ilgili olduğunu bildirdi. Aynı durum -Fransa, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde- destek arayan ama bulamayan şiddet mağdurlarınının sayısının arttığı Avrupa’da da mevcut. İngiltere 28 Mart’ta, eşiyle birlikte izolasyonda olan bir adamın işlediği kadın cinayeti ile ülkenin ilk koronavirüs kadınkırımını bildirdi. Bu durumda, özellikle yasal statülerini kaybetme korkusu yüzünden adalet ile aralarına duvarlar örülmüş şiddet mağduru göçmen kadınların kaçacak yeri olmayacak. Eğer şiddet faillerini şikayet ettiklerinde kendi haklarının ellerinden alınmayacağı açıkça belirtilmezse; göçmen kadınlar cinayete kurban gitmelerinin virüsten ölmelerinden daha yüksek olabileceği hânelerde, istismarcılarla birlikte yaşamaya devam edecek. Diğerleri ise suçlu muamelesi görebilecekleri, organize suç ağlarının eline düşebilecekleri, yetersiz beslenme ve enfeksiyona maruz kalabilecekleri sokaklarda yaşamak zorunda bırakılacak. Avrupa’daki bazı devletler ülkede ikamet eden herkesin yasal statülerinden bağımsız sağlık hizmetlerine, korumaya ve ödeneklere erişimlerinin sağlanacağını garantilerken pek çoğu böyle bir niyetlerinin olduğunu göstermedi. Aksine, bazısı ‘yabancı virüs’ü zaten göçmenlerin getirdiği şeklindeki ırkçı bir bahaneyle bu insanları sağlık desteğinden kesmeyi düşünüyor.
BAKIM VE EV İŞİ SEKTÖRÜNDEKİ KADINLAR
Kemer sıkma politikalarından ilk etkilenecek, hakettiği değere ve kaynağa sahip olmayan sektörlerdeki bakım, hemşirelik, ev ve temizlik işlerinin çoğu kadınlar tarafından yapılmakta. Şimdi bu kadınlar, evlerinde tecritte olan vatandaşlar tarafından pencerelerden -haklı olarak- alkışlanıyorlar. Ancak Avrupa hem AB içinden hem de dışından, çoğu göçmen olan ucuz işgücü ithal ettikçe alkış gibi sembolik övgüler bu kadınların somut gerçekliğini değiştirmeyecek. Pandemi olsun ya da olmasın, bu kadınlar uzun saatler boyunca güvencesiz koşullar altında çalışıyor. Bu süreçte onlar, evde kalıp kendilerine bakmayacaklar. Bunun yerine, sistemin belkemiğini oluşturduklarından ve onlar olmadan sistem parçalanacağı için işlerine gidecek ve başkalarıyla ilgilenecekler.
Bu pandeminin teşhir ettiği bakım krizi hakkında feministler tarafından pek çok şey söylendi. Ancak bu kriz, bahsi geçen sektörlerde herhangi bir yasal koruması olmayan kadınlar için daha da derine iniyor. İspanya’daki krizin başlangıcında bakım ve hizmet işçisi dernekleri, işverenleri tarafından çalıştıkları evlerden ayrılmaları engellenen yatılı ev işçilerinin içinde bulunduğu durumu kınadı. Diğer işçilerin aksine bu işi yapanlar sigorta hakkına sahip değiller, çalışma koşulları denetimden muaf ve emekli olamıyorlar. Evden, uzaktan çalışmaya geçebilecek durumda da değiller. Bundan kısa bir süre sonra İspanya hükümeti koronavirüs tarafından etkilenen nüfusa yardım etmek için ekonomik tedbirler aldığını açıkladı. Ancak çoğunun belgesiz veya kayıt dışı ekonomiye dahil olduğu 630.000 ev işçisinin ihtiyaçlarına yönelik net bir önlem yok. Birkaç istisna dışında Avrupa’daki diğer devletler destek paketlerinde, gelirsiz kalan yüz binlerce ev işçisine nasıl yardım edecekleri konusunda sessiz kaldı. Diğer belgesizlerle birlikte şimdi bu kadınlar, güvencesiz ve kötü şartlara sahip olan işlerine devam etmek veya cinsel sömürü dahil tehlikeli ve suistimale açık durumlara itilme riski ile karşı karşıyalar.
FUHUŞ VE PORNOGRAFİ İÇİNDEKİ KADINLAR
Eğer hala fuhuş gerçekliğini anlamadıysak şimdi bunun tam sırası. Bu sistemin içindeki kadınlar hem virüsün hem de bu “işletme yönetiminin” tüm cinsiyetlenmiş sonuçlarına katlanma riski altındalar. Fuhuş için, “sosyal mesafe” uygulamak kelimenin tam anlamıyla “işe son vermek” anlamına geliyor, ancak pratikte görünen nedir?
Fuhuş içindeki kadınlar çok sayıda erkekle temas kuruyorlar; bunlardan bazıları virüsün taşıyıcısı olabilir ve pek çoğu kadınları korunmasız cinsel aktivitelere zorlayabilir. Seks ticaretindeki kadınlara kendilerini koruma hususunda verilen önerileri anlamak için Arjantin ‘seks işçileri’ sendikası AMMAR’ın bir duyurusuna bakılabilir; kadınlara ellerini yirmi saniyeden fazla süreyle yıkamaları ve yakında yurtdışına çıkmış ya da semptom gösteren erkekleri reddetmeleri söyleniyor. Eğer fuhuş bir “hizmet” olsaydı kadınlara maske, elbise ve eldiven içeren kapsamlı bir hijyenik koruma sunulabilir ve hiçbir “müşterinin” onlara bir metreden fazla yaklaşmasına izin verilmezdi. Endüstrinin önerdiği sözde sağlık önlemleri, esas riskin dezenfektan jeli eksikliği değil, bedeli ne olursa olsun cinsel tatmin hakkına sahip sayılan müşterinin kendisi ve kadınlara karşı erkek şiddetinin sürekliliği olduğu gerçeğinin üzerinin örttü. Kadınların hayır deme hakkını ellerinden almak, bu sürekliliğin kaynağıdır.
Buna karşın, devletler farklı yaklaşımlar sergilediler. Almanya, Hollanda ve İsviçre, yani Avrupa’nın yasalarca düzenlenmiş en büyük fuhuş pazarına sahip ülkeler genelevlerini kapattı ve bu kuralı ihlâl edenlere para cezaları getirdi. On yıllar boyunca cinsel tatminin hayati bir insani ihtiyaç olmadığını savunan feministler ile karşılaştırıldığında, Covid-19’un bunu anlatmayı başarması birkaç gün aldı. Yasal düzenlemeyi en çok savunan devletler bile bir konuda çok net: Erkekler, “ihtiyaçlarını” gidermeyen bu endüstri olmadan da idare edebilirler.
Buna rağmen, artık küreselleşmiş cinsel sömürü sisteminde hiçbir şey göründüğü kadar basit değil. AB içindeki tüm fuhuş piyasalarında; kimi zorla çalıştırıldığı, kimi ekonomik seçeneklerden yoksun olduğu için, çoğunluğu AB içinden ya da dışından gelen göçmen kadınlar oluşturuyor. Bu kadınların çoğu uzaktan veya yakın mesafeden pezevenkler tarafından kontrol ediliyor; ezici çoğunluğu denetimli fuhuş yapılan ülkelerde dahi “çalışan” olarak kayıtlı değil. Dolayısıyla sağlık hizmetlerine, sigortaya, sosyal hizmetlere ve yardımlara da erişimleri yok. Ticaretin durdurulmasıyla, devletler bu kadınların zaten yaptıklarından daha tehlikeli “tercihler” yapmaya devam etmemeleri için acilen ve uzun vadeli destek sağlamazsa, kayıpları büyük olacak. Pezevenkler ve müşteriler bu endüstride bulunan kadınları zorladıkları, manipüle ettikleri ve sömürdükleri için sorumlu tutulmazsa ve kadınlara bu endüstriden çıkabilmeleri için gerekli maddi destek sağlanmazsa, seks ticaretine şartlar gözetilmeden bütünüyle getirilen yasaklar, eninde sonunda halihazırda mağdur olan kadınlara zarar verecektir.
Bu arada ne yazık ki fiziksel pazarların kapatılmasının yan etkilerinden biri ortaya çıktı. Kadınların çaresizliğini hızla sermayeye dönüştürme fırsatından yararlanan pornografi ticaretinde bir sıçrama gerçekleşti. Şu an insan kaçakçılığı suçlamalarıyla karşı karşıya kalan ve kadınların kayıt altına alınan cinsel istismarının en büyük çevrimiçi deposu olan Pornhub, premium hizmetlere ücretsiz geçiş sağlayarak erkeklere “hayırsever” bir teklif sundu. Pek çok işletmenin çevrimiçi hizmet sunmaya başlaması, fuhuş bağlamında kadınların genelevlerde muhatap olmaları gereken istismarcı erkeklerle artık çevrimiçi baş etmeleri anlamına geliyor. Ayrıca fuhuştan yararlanan erkeklerin -eğer sosyal izolasyonun psikolojik etkisi daha da kötüleştirmezse- davranışlarını değiştirme ihtimali pek mümkün gözükmediğinden, artan talebi karşılamak için mevcudun iki katı kadına ihtiyaç duyulacak. Bu kadınları da en dezavantajlı arka planlara sahip, bekar anneler, işsizler, gelir sahibi olmayan öğrenciler, mülteci ve göçmenler oluşturacak.
KADINLARIN SAĞLIĞI VE CİNSİYETİN* YENİDEN KEŞFİ
Şu anda tespit edildiğine göre Covid-19 erkekleri kadınlardan daha fazla öldürüyor. Bazıları bunun bizim bağışıklık sistemimizle, dişilik hormonlarıyla ve erkeklere göre daha sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olmamızla ilgili olduğunu söylüyor. Dünya Sağlık Örgütü kadınların doğuştan gelen biyolojik avantajından bahsederken kimi bilim insanları da kadınların erkeklere göre çift X kromozomundan kaynaklanan hatırı sayılır bir bağışıklık avantajı olduğunu belirtiyor. Ancak elimizde kesin bir yanıt yok. Bu belirsizlik, sistemlerimizin -sadece tıbbi sistemlerimizin değil, herhangi bir sistemimizin- verileri cinsiyete göre ayırmıyor olması ve iki ayrı grubun, -kadın ve erkeğin- farklı ihtiyaçlarını ele almaması gerçeğinden kaynaklanıyor. Bunun yerine erkekler varsayılan olarak kabul ediliyor. Caroline Criado Perez bunu Görünmez Kadınlar: Erkekler İçin Tasarlanmış Bir Dünyada Veri Önyargısının İfşası isimli kitabında açıkça anlatıyor. Bu yetmezmiş gibi , zaten kadınlar hakkındaki veri sınırlı iken, şu an rağbette olan “toplumsal cinsiyet” (gender) kavramı “cinsiyet”(sex) yerine de kullanılmaya başlandı ve böylece insanın değişmez bir niteliğini “kimlik” konusu haline getirdi. Fakat cinsiyetli bedenlerimiz kişisel kimlik tespitine indirgenemez ve küresel kriz de bu zararsız gerçeğin altını çiziyor. Covid-19’un baskısı altında bazı klinikler, sadece kadınların maruz kaldığı üreme temelli bir sömürü olan taşıyıcı anneliğin sağlık üzerindeki zararlı etkisinin büyük olduğunu çünkü “taşıyıcı annelere” bağışıklık baskılayıcı ilaçların enjekte edilip kadınların virüsün üstesinden gelemeyecek hale getirildiğini en sonunda itiraf etti. Cinsiyetin kişisel beyanla belirleniminin yaygınlaştığı yerlerdeyse, sağlığımız için cinsiyetimizin doğru kayıt edilmesinin, onun hakkında hissettiklerimizden daha önemli olduğunun farkına varanlar oldu. Ne de olsa cinsiyet, umursamaz doktorlar tarafından bize rastgele “atanmış” bir kurgu olmaktan ziyade, doğumda gözlemlenebilir ve bir ölüm kalım meselesine dönüşebilir.
Gelgelelim bu sağlık sorunu sadece Covid-19’un daha ciddi formlarına karşı kimin daha savunmasız olduğundan ibaret değil. Dişi cinsiyetin daha dirençli olduğu kanıtlanmışsa da kadınlar, kriz boyunca bir dizi sağlık sorunuyla daha fazla yüzleşecek. Yeterli koruma olmaksızın sağlığı riske atılarak çalışan hemşireler ve temizlikçilerden; ev içinde istismara katlanmak zorunda olan kadınlara; çocukların evden eğitim yükünün çoğunu sırtlanmakla akıl sağlığı zorlanan annelere, bir grup olarak kadınların sağlığı bu krizin sonuçlarından kötü etkilenecek. Karantinadan dokuz ay sonra yeni bir bebek patlaması beklememiz gerektiği bir espiri haline gelmiş olsa da aslında birçok AB devletinde kürtaj servislerinin “önemsiz” görüldüğü varsayılıyor ve kadınlar doğum kontrolüne ulaşmakta zorluk yaşıyorlar. Dokuz ay sonrasında gerçekten de çok sayıda bebek doğabilir fakat bu kadınların üreme tercihlerinin bir sonucu mu olacak yoksa bu tercihlerinin yokluğunun mu?
“Gelişmekte olan ülkeler”de özellikle de yiyecek kıtlığı olan ya da dünyada en çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapanlarda kadın sağlığı meselesi daha da zorlayıcı olacaktır: Karantina altında -yani kimi sektörler ortadan kaybolurken yiyecek stoklama imkanı olmayan ailelerin varlığında- kızların zaten yaygın olan yetersiz beslenmesi göz önünde bulundurulduğunda, kızların ve kadınların sağlığı üzerinde bunun ne gibi etkisi olacak? Halihazırda cinsiyete bakılarak gerçekleştirilen kürtajların yaygınlığı ve yüksek kadınkırım oranları düşünüldüğünde topluluklar virüsün erkekler için daha ölümcül olduğuna dair haberlere nasıl tepki verecekler?
ADI ÜSTÜNDE: BU KÜRESEL BİR “PANDEMİ”
Eğer Avrupa’da kötü durumda olduğumuzu düşünüyorsanız, salgın oralara geldiğinde Brezilya’daki favelalarda nasıl olacağını düşünün. Hindistan’daki Dalit bölgelerinde neler olacağını, Kenya’daki kenar mahalleleri düşünün.
Bill Gates 2015 Ted Konuşmasını yaptığında insanları pandemi için hazırlıklı olmaya teşvik ederken aynı mantığı hayırseverlik eylemlerinde uygulamıyordu. Uygulamış olsaydı, fuhuşa sürüklenmiş kadınların ve onların sekiz yaşından itibaren fahişelikten başka seçeneği olmayan kızlarının bulunduğu, Hindistan’ın genelev mahallelerine kondom dağıtmak için milyonlarca dolar yatırım yapmak yerine bu kaynağı kadınları oradan çıkarmaya ve erkekleri bu gecekonduları ziyaret etmekten caydıracak sosyal koşullar yaratmaya harcardı. İşte ataerkil kapitalist modelin “iyilik yapma” anlayışı bizi buraya getiriyor: Mevcut tüm kaynaklara ve teknolojiye rağmen batı dünyası kâr elde etmeye odaklandı, böyle bir salgında ayakta durmayı ya da onu önlemeyi sağlayacak sistemler oluşturmayı beceremedi.
Küresel Kuzey ve Küresel Güney arasındaki eşitsiz ilişki halihazırda Afrika, Latin Amerika ve Asya’nın ekonomilerini etkileyen bu pandemi ile mücadele ederken daha güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. Herkes konuyu Ebola’ya getirmişken Ebola salgının Avrupa’da “bizden çok uzakta” bir şey olarak düşünüldüğünü unutmayacağız. Salgın sosyal, ekonomik ve politik sistemi küresel olarak sarsmadığı için, Afrika kıtası bu krizle uğraşırken yalnız bırakıldı.
“Küresel Güney” Covid-19’u kontrol altına almak için önlemler almasına rağmen, çok sayıda ülke otoriter yönetimlerin durumdan istifade etmeye başlamasından dolayı şimdiden ağır bir bedel ödüyor; dünya pandemiyi izlemekle meşgulken sert politik kampanyalar başlatılıyor, aynı zamanda muhalifler gözaltına alınıp, işkenceye maruz kalıyorlar. Daha da kötüsü medya, think-tank’ler ve STK’lar Küresel Güney hakkında analiz yaptıklarında, bu krizin kadın ve kızların yaşamlarında nasıl bir rol oynayacağının sözü edilmeden sadece ekonomik etkisine odaklanılıyor.
Bu, ev içi şiddetin “şiddet” olarak görülmediği ülkelerde karantina ya da izolasyon altında bunun oranlarının fark edilmeden yükseleceği anlamına gelir. Yukarıda bahsi geçen erkek şiddetinin neticeleri, çatışmalardan ve savaşlardan çıkan ülkelerin politik stabilitesi ve eninde sonunda kadınlar ve kızlar üzerinde patlak verecektir. Kadınların ekonomik ve mülki haklarının zayıf olduğu; dullar, bekar anneler ve öğrenciler de dahil olmak üzere kadınların gelirlerinin resmi ekonominin dışındaki yevmiyelerden oluştuğu yerlerde milyonlarca kadın yoksulluktan aşırı yoksulluğa itilecektir. Neredeyse kölelik şartlarında yaşayan, ev ve bakım işçisi olan çoğu kadın için herhangi bir önlem alınmayacak.
Simone De Beauvoir “Siyasi, ekonomik veya dini bir krizin kadın haklarının sorgulanması için yeteceğini asla unutmayın. Bu haklar asla tam anlamıyla elde edilemez. Hayatınız boyunca tetikte kalmanız gerekecek” demişti ve haklıydı. Bu pandeminin yüzleşmeye hazır olmamız gereken büyük ölçekli sonucu sadece ekonomik kriz değil. Dünyadaki tüm kadınların haklarının eski haline; Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) öncesi döneme dönebileceği ile yüzleşmemiz gerekiyor.
Pandemi kadınların maruz kaldığı büyük sorunların unutulması riskiyle birlikte herkesin dikkatini tekeline aldı. Kadınkırımı, kadın “sünneti”, zorla evlendirme ve tecavüz sessizliğe gömülme riskiyle karşı karşıya olduğumuz ihlâllerden sadece birkaçı. Bunların hepsi dünya genelinde mülteci yerleşkelerinde ve kendi ülkelerinde yerinden edilmiş insanların yaşadığı kamplarda ayyuka çıkacak. Kadınların ekonomik hakları “ikincil” sayılma riskiyle karşılaşırken, daha fazla sayıda kadın, insan kaçakçılarının ve istismarcıların ağına düşme riskini alarak harap olmuş bölgelerden çıkmanın yolunu arayacak.
FIRSAT BU FIRSAT: KIZKARDEŞLERİMİZ, DÜŞLEYİN VE SAVAŞIN!
Bazıları “kriz bittiğinde normale döneceğiz” diyor fakat -çoğunluğumuz değilse de- pek çoğumuz için zaten ortada bir normal yoktu. Avrupa Komisyonu’nun başkanının kadın olması gerçeğine rağmen Avrupa’daki çoğu kadın için bir normal bulunmuyordu. Çoğu göçmen ve mülteci için yoktu. Çoğu anne için yok, yaşlı için yok, işçi için yoktu. Fuhuş içindeki kadınlar için “normal” diye bir şey asla yoktu.
Şimdi bu gerçeği kabul etme zamanı. Şimdi, küresel feminist bir bakış açısından normalin neye benzemesi gerektiğini sorma zamanı.
Eğer bazılarımız hâlâ küreselleşmiş bir dünyada yaşadığımızı anlamadıysa krizin büyüklüğü bu gerçeğin kanıtı olmalı. Eğer Covid-19 küresel bir şekilde yayılabiliyorsa, o zaman negatif ya da pozitif, yıkıcı veya dönüştürücü ideolojiler ve hareketler de bunu yapabilir.
Küresel pandemi, dünyanın dikkatinin başka şeyler üzerine toplanması ile birlikte bazıları için her gün kadınlara ve kızlara uyguladıkları şiddetin teşhirinden ve hissettikleri baskıdan korunmak için kapı araladı. Feministler ve onların müttefikleri olarak bizler için ise dünyadaki erkek şiddetinden, kadın ve kızların cinsel nesnelere dönüştürülmesinden, kurumlardaki ataerkil yozlaşmadan ve küresel sömürüden azade bir dünyayı yeniden tahayyül etmek için bir pencere açtı: Suudi Arabistan’ın kadın eylemcilerinin kurtuluşu için ses çıkarmanın; hükümetleri fuhuş sistemini sona erdirmeye çağırmanın; bakım ve ev işçilerinin haklarının işçi hakları olarak tanınmasını talep etmemizin engellenmediği bir dünya tahayyülü.
Şimdi, dünyanın tüm kadınları olarak daha cesur ve kenetlenmiş halde, evimiz Avrupa’dan başlayarak, kadınların insan haklarının; bunlara dair feminist bakış açısının, CEDAW ve Beijing Deklarasyonu gibi feminist büyükannelerimizin sıkı mücadele verdiği uluslararası çerçevelerin siyasi gündemin merkezine konmasını talep etmenin tam vakti.
Çeviri: Daniela ve Pınar
*Burada cinsiyet ile kastedilen, ‘toplumsal cinsiyet’ kavramının geniş anlamını kapsamayan, cinsiyete dair mümkün olabilecek en yalın, somut, bedensel, biyolojik özelliklere dair gözlemlenebilir niteliklerdir. İngilizce metinde ‘sex’ olarak geçen, kimi zaman biyolojik cinsiyet diye de ifade edilen kavramı feministler ‘cins’ ya da ‘cinsiyet’ olarak kullanagelmişlerdir. Biz de aynı şekilde kullandık. ‘Gender’ ifadesini de yine feministlerin kullanageldiği üzere ‘toplumsal cinsiyet’ olarak kullanıyoruz.