(Fotoğraf: Nicole Jones)
Magdalen’in ölümü, dünyada pek çok kadının kirpiklerinden bir damla yaş süzülmesine sebep olmuştur. Cinselliklerini tanımlamak konusunda önlerine yeni moda engeller konan genç lezbiyenler, yanlış bedende olduğu düşüncesinden onun da yardımıyla çıkabilmiş olanlar, siyasi düşünceleri sadece birkaç sene zarfında dünyanın en büyük günahı haline gelince suçluluk duygusuyla boğulan, onun videolarına rastlayıp taze bir soluk alan feministler… Öte yandan bu erken ölüm, ‘kadınlar’ için, onlara zarar veren her şeye karşı dümdüz, dolambaçsız bir feminizmi savunan Magdalen’in hakarete uğramaya devam etmesine ya da kimilerinin onun mezarı üstünde dansetme çağrıları yapmasına engel olmadı.
Batıda, sol dahil kimseye eyvallahı olmayan feministlerin ve sıradan kadınların muhafazakar, sağcı bağnazlar ya da yobaz kız kuruları olarak resmedilmesi tarihsel olarak defalarca örneği görülen bir durum. Bu, günümüzün sözde özgürlükçü -ama yine erkek egemen- değerleriyle uyuşmadıkları için makbul sayılmayan, Magdalen gibi TERF damgasını yiyen feministler için de tekrarlıyor. Bu söylem, feministlerin aslında feminist değil de ‘sağcı’ olduğu iddiasının en çok öğretilip aktivist çevrelere yayıldığı yerler örneğin Avrupa’da ‘küçük burjuva radikalizmi’ olarak değerlendirebilecek örgütlenmeler. Elbette bu ses Türkiye’de de yankı yapıyor. Bu yöntem çok tipik. Kadınların talep ve iddialarını itibarsızlaştırmaya yarayan ataerkil medeniyete ait eril siyasetin bir yöntemi. Bu siyasi söylemin erilliği Magdalen: Kadınlar arasında bir kahraman çevirisine yönelik sosyal medya yorumlarında doruğa ulaştı. Magdalen’in aslında ne kadar kötü olduğu, Angela Davis’in ne kadar önemli bir siyasi figür olduğu, asıl kahramanın Davis olduğuna vurgu yapılarak anlatıldı. Bu karşılaştırmanın absürtlüğü bir yana, ataerkilliğin kadınları iyi ve kötü olarak ayırarak bir kısmını kendi normalarına göre mutlak kötü olarak tarif etmesiyle, bu yalın kadın düşmanlığıyla yüzde yüz uyum gösteren bir yaklaşım. Dolayısıyla feminist siyasetin koşulsuz karşı çıkması gereken bir yöntem olduğu halde ‘iyi feminizm’in ne olduğunu anlatmak için kullanılması her nasılsa uygun görülmüş.
Magdalen, ölümünden sonra dilini bilmediği ülkelerde bile bunlara maruz kaldı. Bu dünyada yaşamış hiçbir insan kusursuz değil, ölüm kimseyi eleştiriden muaf kılmamalı ama onun işe yaramaz, ‘nefret saçan bir youtuber’ olmadığını, örgütlü ve örgütleyen bir feminist olarak yaşadığını söylemek de bizim boynumuzun borcu. Morning Star’daki bu metinse, kısa ve öz olarak bunları ortaya dökmekte.
Magdalen Berns (1983-2019)
Magdalen Londra’da doğdu ve Edinburgh Üniversitesi’nde mühendislik okumaya gidinceye dek tüm yaşamı başkentte geçti.
İkinci yılında alanını fizik olarak değiştirdi ve 2016’da mezun oldu.
Çok geçmeden, kendisine ölümcül beyin kanseri tanısı kondu.
Bu kuru sözcükler, Magdalen’in yaşamının ve kişiliğinin ne kadar dolu dolu olduğunu pek anlatamıyor.
Keskin bir zekâya sahip, şakacı ve sıcakkanlı Magdalen, ilk gençliğinden itibaren bir eylemciydi. Huntingdon Life Sciences’a [Ç.N: hayvan hakları eylemcilerinin 15 yıl boyunca kesintisiz protesto ettiği, hayvanlar üzerinde deneyler yürüten bir bilimsel araştırma kuruluşu] karşı yürütülen kampanyada, Piccadilly’de artık kapanmış olan kürk mağazalarından birindeki işgal eylemine katılmış, Sosyalist İşçi Partisi’nin seçim kampanyasında çalışmış biriydi.
Yirmili yaşlarında, kuzey Londra’daki kulüp ve barlarda ses mühendisi olarak çalışırken, siyasal enerjisi kadınların sorunlarına yöneldi.
Edinburgh Üniversitesi’ndeki öğrencilik yılları boyunca, kadınların cins temelli haklarını ve toplumsal cinsiyet (gender) kavramının sanki cins (sex) kavramıymış gibi yeniden tanımlanmasına yönelik bitmek bilmez taleplere karşı lezbiyenlerin kendi cinselliklerine sahip çıkma hakkını kararlı bir şekilde savunduğu için LGBT ve kadın grupları ile sürekli ters düştü.
Nisan 2016’da kendi video bloğunu açtı, “Penisli lezbiyen diye bir şey yoktur,” başlıklı YouTube videosunu yayınladı.
Magdalen’in doğrudan, duyguya yer vermeyen sunumu, toplumsal cinsiyet [kimliği]* ideolojisinin absürtlüklerini yerden yere vurduğu keskin zekâsıyla birleşince, ona uluslararası tanınırlık getirdi ve kendi kuşağının en tanınan feminist konuşmacılarından biri olarak ülke çapında toplantılara katıldı.
Gücü ve cesaretiyle çelişen ufak tefek bir yapısı vardı. Yüz yüze kaldığı tacizler karşısında o cesarete sık sık başvururdu.
Doğru bildiklerini söylemekten ve başkalarını da öne çıkıp konuşmaları için cesaretlendirmekten asla geri durmadı.
Toplumsal Cinsiyet [kimliğinin]* Tanınması Kanunundaki reform girişimlerinin kadın haklarına karşı teşkil ettiği tehdidi gören Magdalen, hükümetin kamuoyuna danışma süreci sırasında Women’s Spaces In Scotland’daki diğer feministlerle birlikte kampanya yürüttü.
Danışma süreci bittikten sonra, o ve diğerleri, mücadelenin daha yeni başladığını ve bu konuda farkındalık yaratma çalışmalarına her zamankinden daha güçlü bir ihtiyaç olduğunu anladılar.
Haziran 2018’de, İskoçya’daki en büyük kadın hakları grubu haline gelecek olan ForWomen.Scot grubunun kurucuları arasında yer aldı.
Magdalen’in bunlardan başka becerileri de vardı. Kadınlar boksunda öncülerden biri olarak, 2010’da Haringey Boks Kupasını kazandı ve 2011’de Britanya Üniversiteler Boks Şampiyonasını kazanınca İskoçya’nın ilk kadın Boks Takımının üyesi oldu.
Sonrasında, kodlamaya olan merakı ile 2013, 2014, 2015’te San Jose ve Prag’da düzenlenen ve ağır engelli olan insanlara yardımcı olacak bir program üzerinde çalıştığı Gnome Foundation (Google) Kodlama Yazlarına katılımı nedeniyle bokstan uzak kaldı.
Ölümcül beyin kanseri hangi yaş olursa olsun korkunç bir tanı ve yaşam sevgisiyle dolu genç, aktif bir kadın için zor olmuş olmalı.
Doğrusu, bu konuda bir kere bile olsun şikâyet etmedi: herkesin sonunda öldüğünü, dolu dolu bir hayat yaşadığını ve verdiği mücadelelerden mutlu olduğunu söyleyerek metanetli bir tutum aldı.
Arkasında yaslı bir aile ve dostların yanı sıra, enerjisi ve cesareti ile ilham verdiği birçok insan bırakıyor.
(Çeviri: Serap Güneş)
One Comment Kendi yorumunu ekle