KARLA MANTILLA
off our backs, Ağustos/Eylül 1999
Postmodern teorik metinlerin bazılarını okuduktan sonra, bu teori ile ilgili birkaç şey birdenbire tutarsız gelmeye başladı. Sadece postmodern teorisyenlerin kendi teorileri hakkında ne söylediklerini değil, daha da önemlisi, postmodern teorinin dünyada nasıl işlediğini, yani postmodern düşünceyi benimsemenin ve teorileştirmenin sonuçlarını görmeye çalışıyorum. Biraz okuduktan sonra postmodernizmin en önemli sonucunun, hem kişisel hem de politik olarak düşünmeyi ve konuşmayı bastırmak olduğu benim için netleşmişti. Postmodern teorinin ötekileştirilmiş kişilerin sözlerini öne çıkarmaya, daha önce duyulmamış olanların sesini duyurmaya ve egemen söylemin içine gömülü sessizlikleri araştırmaya (ben de biraz postmodern laf kalabalığı yapayım) verdiği önem düşünüldüğünde, bunun oldukça şok edici bir ifade olduğunun farkındayım. Bununla birlikte, postmodern teorinin nasıl işlediğine dair derinlemesine bir okumada, bu iddiaların büyük oranda parlak laflardan ibaret olduğunu görüyorum. Önemli olan, postmodernizmin yaptığını söylediği şeyi değil, gerçekte nasıl işlediğini görmek.
Beni postmodernizm hakkında özellikle meraklandıran şeylerden biri, off our backs’te çoğunlukla üniversite öğrencisi olan stajyerlerle birlikte çalışma deneyimim oldu. Çoğu zaman, gözünüzde canlanabileceği gibi, bir posta veya eski sayıları gönderirken ya da diğer sıkıcı ofis işlerinin ortasında, feminizm hakkında stajyerlerle tartışmalara girme eğilimindeyimdir. Stajyerler, belirli bir olay veya teoriye bakış açımı sunduktan sonra, beklediğimden daha sık bir şekilde bana “Bunu söyleyemezsin,” der. Çoğu zaman cevabım, “Söyledim bile,” oluyor. Cevabımda küstah olmak niyetinde değilim ama aslında başkalarının katılmadığı bir fikri kendinize sansür uygulamadan ya da tavrınıza (bu fikrinize başkaları katılmıyor diye) aşırı abartılı bir isteksizlik eklemeden ifade edebileceğinizi anlatmaya çalışıyorum. Aslında her şeyi, ne kadar tartışmalı olursa olsun açık ve somut olarak ifade edebilirsiniz. Başkaları sizinle aynı fikirde olmayabilir ama sonuçta ağzınızı açıp konuşmanızın önünde bir engel yok.
Kürtaj karşıtı bir etkinliği haberleştirmekle görevlendirilen bir stajyerin, “Kürtaj karşıtlarının hatalı olduğunu söyleyemezsiniz – onların da bir bakış açısı var. Herhangi bir bakış açısının yanlış olduğunu gerçekten söyleyemezsiniz,” diye kafası karışmıştı. Kürtaj karşıtlarının ateşli inançlarını duyduktan sonra, kürtaj konusundaki duruşuyla ilgili olarak kafası gerçekten karışmıştı. Argümanlarının esasına ikna olduğundan değil – bu en azından dürüst bir hata olurdu. Sebebi, bir argümanın başka bir argümandan daha geçerli olduğunu kabul edememesiydi; bu yüzden herhangi bir konuda birbirine rakip görüşler olduğu sürece, o konuda kendisi bir tutum belirleyemiyordu. Bu, gördüğüm kadarıyla, postmodern akademik öğretilerin bugünlerde kadın çalışmaları öğrencileri üzerindeki kümülatif etkisidir. Bir konuda herhangi bir kanaate sahip olarak en bariz duruşu bile sergileyemez hale gelmişler.
Hâkim akademik teori olarak postmodernizmin ortaya çıkışı, sadece akademik çevrede değil, feminist ve ilerici toplumsal hareketler için de büyük önem taşıyor. Postmodernizm ile ilgili sayısız sorun var, bunlardan ilki, radikal feminizmin kilit önemdeki içgörülerinden bazılarını alıp benimseme ama bunu yaparken bunları siyasi etkilerinden arındırma biçimiyle ilgili.
RADİKAL FEMİNİZM AMA SULANDIRILMIŞ VERSİYON
Postmodernizmin temel anlayışlarından biri, her şeyin -toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf, kişisel özellikler, vs.- toplumsal olarak inşa edildiğidir. Postmodernistler, inşa edilmiş olan her toplumsal sistemin her nüansını detaylandırmak için büyük özen gösterir. Toplumsal düzenin belirli yerlerinden yükselen yapılara büyük vurgu vardır – beyaz, zengin, Amerikalı bir erkek, konumunu onayan ve meşrulaştıran bir dünya görüşünü benimseyecektir. Bu yeni bir şey değil – radikal feministlerde bu kavrayış yıllar önce vardı – toplumsal sistemler, insanların hayatlarını derinden şekillendirir ve kolaylıkla görünmeyen şekillerde belirler – insanların yaşamlarının, toplumsal cinsiyet rolleri, cinsellik ve hatta benlik anlayışları gibi özel ve kişisel yönlerini bile.
Gerçekten ilginç olan, postmodernist teorisyenlerin bunu büyük bir habermiş gibi yazmasıdır. Radikal feministler bunu yıllardır söylüyor. Klasik bir ataerkil tersine çevirmeyle de (Mary Daly tarzında), postmodernistler, radikal feministleri özcü olmakla, yani toplumsal cinsiyetin ve diğer niteliklerin biyolojik olduğuna inanmakla suçluyor. Bu, radikal feministlerin başından beri söylediklerinin (toplumsal cinsiyet tamamen toplumsal olarak inşa edilmişse, bambaşka ve daha eşitlikçi bir şekilde de inşa edilebilir) tam tersidir. Radikal feministler, bunun üstlenilmesi ne kadar zor bir proje olduğu konusundaki anlayışlarıyla bu konuda postmodernistlerden ayrılır. Radikal feministlerin bunun henüz gerçekleşmediği ve o kadar kolay gerçekleşemeyeceği şeklindeki görüşleri de, postmodernistlerin onları özcü olmakla suçlamasının sebebidir – çünkü biyolojik farklılıklardan kaynaklanmasa da, artık kadın ve erkeklerin yetiştirilmelerinde ve toplumsallaşmalarında ciddi bir fark, dolayısıyla şu anda bazı bakımlardan önemli bir fark mevcuttur. Postmodernistleri, ataerkil şartlandırmanın ne kadar derinden yürüdüğünü ve ataerkil kurumların ne kadar derine işlediğini gamsızca inkâr eden “çok mesafe kaydettin bebek” feministlerinin bir çeşidi olarak görüyorum.
İKİNCİLLİK PARADİGMASINI DEĞİŞTİRMEK
Radikal feminizmin iç edilip sonra da kenara atılmasına ek olarak, postmodernizmde ikincillik paradigmasını çarpıtılmasının daha bile sinsi bir şekli de, postmodernizmin kilit önemdeki yaklaşımlarından kimisinin, daha fazla sesin kendini ifade etmesine olanak sağladıkları iddiasındayken savunucularının metin ve konuşmalarında yarattığı tıkanma ve muğlaklıkla aslında tüm sesleri susturması.
POSTMODERNİZM: EFENDİNİN ARAÇLARI
Postmodernist düşüncenin ayırt edici özellikleri, mevcut durumu pekiştirmeye yarayan araç ve yöntemlerdir. Radikal siyaset, ötekileştirilmiş insanların davası, tüm ezilmişliklere karşı mücadele savunulurken bile, postmodernist düşüncenin araçları projeyi daha başından boşa çıkarıyor. Konuşmayı/ifadeyi susturma etkisine sahip başlıca araçlardan bazıları şunlar:
Yazım tarzı: Anlaşılması bilhassa zorlaştırılmış yazı stili eleştiri için fazla kolay bir hedef olsa da, yüksek eğitimli insanların bile bu tarzın nüansları ve anlamları ile boğuştuğunu tekrar vurgulamak gerek. Postmodernist yazarların özelliği olan acı verici derecede anlaşılmaz ve dağınık metni çözmek için uğraşırken metin katmanlarının altındaki düşüncenin kesinlikle böyle dolambaçlı bir sunuma değmediğini fark ettim -ki bu fikirler ilerici, Marksist, feminist veya diğer teorilerdeki fikirlerden daha karmaşık veya kompleks değil. Bu yazım tarzı, zahmetli ve külfetli olmaktan çok daha fazlası, bir etki yaratıyor. Katja Mihayloviç’in Radically Speaking‘te yazdığı gibi (bu sayıdaki incelemeye bakınız) “İlk tepkim ve o zamandan beri konuştuğum birçok kadının tepkisi, kendi zekâmdan ve bu metinleri anlamlandırma yetimden şüphe duymak oldu.” Etkisi (muhtemelen kasıtsız ama yine de etkili), okurda entelektüel yetisi konusunda şüphe uyandırması ve öğrencilerin kendi deneyim ve yaşamlarını teorileştirme ve böylece radikal bilinç ve eylem için gereken bağlantıları kurma cesaretini kırmasıdır. Teori kurma yetisi otoriteye, yani profesörlere ve benzerlerine bırakılmıştır. Anlayışı geniş ve analitik öğrenciler bile teori üretmeyi aşırı derecede karmaşık ve erişemeyecekleri bir şey olarak değerlendiriyor.
Postmodern yazım tarzının göze çarpan diğer bir özelliği de, kesin bir şey söyleme konusunda süregiden tereddüt ve isteksizliktir. Kendinden şüphe duyan ve kendine atıf yapan parantezlere, sonuç yerine ortaya atılan cevapsız sorulara bakın. Ayrıca, kesin ifadeler yerine “sorgulamaya çağıran,” “bir … teorisine doğru ilerleyen” ve “… üzerine bir söylem çağrısında bulunan” bir sürü şey vardır. İfadeler, genellikle sırf dile getirildikleri için yeterlilik kazanır. Neredeyse her gün yeni sözcükler uydurulur (eski sözcükler anlamları bakımından fazla net geliyor herhalde), bu da gerçekte ne kastedildiğine esrarlı bir hava ve belirsizlik katar. Son olarak, iki kelimeden birinin sonunda rahatsız edici, gereksiz ve uygunsuz çoğul eklerinin ortaya çıkması (halihazırda çoğul olan isimlere bile eklenir) –”anlayışlar”, “söylemler” veya “konumsallıklar”– anlaşılmazlaştırmayı tamamlar.
Postmodern laf kalabalığı ve teori dört bir yanı kırıp geçirmesine rağmen gerçekte neredeyse hiçbir şeyin söylenmemesi ironiktir. Sheila Jeffreys, Radically Speaking’te “… post-modernist feminist yazında, konuşmanın ya da yazmanın zorluğu üzerine epey sızlanma mevcut,” diye belirtiyor. Tüm bunların net sonucu, konuşmayı bastırıp susturmak ve herhangi bir şey üzerine güçlü ve net olarak tutkulu bir tavır almayı engellemektir.
Meta-anlatının reddedilmesi: Konunun yabancısı için, “meta-anlatı” bir şeyi, spesifik bir tekil durumu hiçbir genelleme olmaksızın tasvir etmekle yetinmek yerine genellenebilir bir konsept olarak açıklamaya çalışan bir önermedir. Ancak postmodernistlere göre, ne zaman birisi korkunç “meta-anlatı”yı kullansa, diğer sesleri bastırıyor ve susturuyor olma ihtimali vardır. Kesinliği olan bir şey söyleme niyetindeyseniz, bir yerde sizinle hemfikir olmayan biri muhakkak vardır. Herkesin hemfikir olduğu veya kimsenin yanlış olduğunu düşünmediği bir şey söylüyorsanız, muhtemelen statükoya (hatta hiçbir şeye) karşı çıkmıyorsunuzdur. Bununla birlikte, kendinizi sansürlemeniz gerektiği sonucuna varmak büyük bir hata olur çünkü konuşarak başkalarının konuşmasını susturursunuz.
“Meta-anlatı”nın reddedilmesinin diğer özelliği, ‘kişisel olan politiktir’in anlamını bilfiil çarpıtmasıdır. Postmodernizmde, kişisel olan, politik olmaktan ziyade, yalnızca ve münhasıran kişisel hale gelir –ezilen kişiler arasında bağlantı kurmaya ya da bireysel deneyimlerin aslında nasıl da daha büyük toplumsal güçlerin yansıması olduğu konusunda bilinç yükseltmeye dönük her çaba, diğer sesleri susturmak olarak yeniden yorumlanır. Genelleme yapmaya yönelik her girişim, genellemenin geçerli olmadığı kişileri susturmak ve görünmez kılmak olarak değerlendirilir. Bu, genelleme kavramının temel mantığına karşı çıkmaktır –elbette gruptaki tek tek her kişi için geçerli değildir– sonuçta bu bir genellemedir. Ancak, tek başına istisnalar, genellemelerin geçerliliğini çürütmez. İnsanların araba kullanırken kırmızı ışıkta durduğuna dair bir genelleme yaptığımda bazı insanların ara sıra durmadığı kesinlikle doğrudur; ancak insanların kırmızı ışıkta durduğu doğru ve faydalı bir ifadedir. Makul bir doğrulukla toplumsal bir fenomeni anlatır. Sırf birkaç kişi uymadığı için genellemenin doğru olmadığını söylemek gülünçtür ve bizi, en aşikâr toplumsal normları bile tarif etmekten ya da adlandırmaktan aciz hale getirir.
Bu “meta-anlatılar”dan uzaklaşmanın genel etkisi, insanların toplumsal koşullarını anlatabilmelerini, yaşamlarındaki kişisel deneyimler hakkında genelleme yapabilmelerini, sorunlarını kişisel değil politik olarak değerlendirmelerini sağlayacak şekilde deneyimlerin ortak yönlerini görebilmelerini engellemesidir. Net etkisi, kadın çalışmaları öğrencilerinin birçoğunun, en temel gerçekler hakkında bile “Aslında bunu söyleyemezsin,” demesidir.
İkiliklerin reddi: İkili düşünme, iyi veya kötü, gey veya heteroseksüel, kadın veya erkek gibi karşılıklı olarak birbirini dışlayan ikili kategorilerde düşünmeyi içerir. Postmodern düşüncede, ikili ifadeler kötüdür (ki bu kendi başına, kaçınılmaz bir ikiliktir). Bazı teorisyenler, ikiliğin tüm baskının kökeninde olduğunu, onlar olmadan başkalarına baskı yapamayacağımızı söylüyor. Ne yazık ki, ikilikler olmadan, kesin bir açıklamada da bulunamayız. Bir beyanda, özellikle de politik bir beyanda bulunmak, bir şeyin bir şekilde diğerinden daha iyi (veya daha kötü) olduğunu söylememizi gerektirir. İkiliklerden kaçınırsak (bazı postmodernist yazarların, kılı kırk yararak müphem kıldıkları metinlerinde yaklaşmayı başardıkları bir şey) örneğin, kurtuluşun baskıdan daha iyi olduğunu, beslenmenin açlıktan daha iyi olduğunu, sağlıklı olmanın hasta olmaktan daha iyi olduğunu söyleyemeyiz.
İkilikleri şeytanlaştırmanın sonucu, net şekilde ifade edilen görüşlerin/görüşlerin net şekilde ifade edilebilmesinin engellenmesidir. İnsanlar, bir şeyi diğerine yeğlemekten kaçınmaya o kadar kafayı takar ki, herhangi bir konuda tutkulu bir görüş sürdürmekten aciz hale gelirler.
Toplumu toplumsal inşacılıktan çıkarmak: Postmodern teorinin belki de en ilginç yanı, şeylerin toplumsal olarak nasıl inşa edildiğine dair tüm laflarına rağmen, toplumsal inşada “toplumsal”ın etkilerini unutmuş olmasıdır. Neredeyse her şeyin toplumsal olarak inşa edildiğine dair sözde yeni anlayışlarına rağmen, toplumsal düzeyde dönüşüm, yani kurumlarda, toplumsal normlarda, aile ve benzeri toplumsal yapılarda değişiklik yanlısı değiller pek. Bunun yerine, toplumsal normların inşa edildiğini ve doğal ya da kaçınılmaz olmadığını vurgulamanın bir yolu olarak, geleneksel toplumsal normların bireysel ihlaline dayanan eylemlere çok daha fazla ilgi gösterirler. Postmodernizmdeki bu başkaldırı türü, çok münferit bir faaliyettir; tek başına savaş yürütmeyi kendilerine vazife belleyen kişilerden müteşekkildir. Postmodern teorisyenler arasında, toplumsal düzeyde değişiklik getirmeye başlayabilecek bir toplumsal harekette birleşmiş eleştirel bir insan kitlesi kurmaya yönelik bir vurgu yoktur. Bunun yerine, toplumsal güçlerin nasıl işlediğine dair çok yüzeysel bir görüş vardır. Münferit her bireysel seçimin veya eylemin kümülatif etkisi büyük ölçekli toplumsal dönüşümü getirecekmiş gibi bireysel eylemlere ve seçimlere yüklenen saf ve özgürlükçü bir vurgu söz konusudur. Bireysel faaliyetlerin bu kadar zerrelerine ayrılmasının net sonucu, toplumsal değişimi teşvik etmekten çok, önlemeye hizmet eder.
POSTMODERNİZMİN MANİDAR ZAMANLAMASI
Postmodernizm hakkında en ilginç bulduğum şey, postmodernistlerin onun hakkında ne söylediği değil, toplumsal değişim açısından gerçek dünyada nasıl işlediğidir (gerçek dünya diye bir şey olduğunu varsayıyorum). Göz korkutan ve kafa karıştıran yazım tarzının, genellemelere ve böylelikle insanlar arasında ortaklıklar kurulmasına engel olmasının, ikili düşünceyi reddetmesinin ve bu nedenle dopdolu kanaatlerin içini boşaltmasının ve kolektif eylem yerine bireyi aşırı vurgulamasının sonucu, çok katmanlı bir irtibatsızlaştırma, susturma ve acizleştirme sistemi yaratmasıdır.
İlginç olan başka bir şey, postmodernist teorinin ortaya çıkışının zamanlamasıdır. Somer Brodribb ve Barbara Christian’ın Radically Speaking’te işaret ettiği üzere, postmodernizm, tam da kadınların ve beyaz olmayanların sesleri orada önemli bir varlık göstermeye başladığında akademide rağbet görmeye başladı. Görünüşe göre, iktidardakiler dışındaki gruplar bir şeyler söylemeye çalıştığında, hakikat birdenbire anlamsızlığa dönüşüyor. Bu denk geliş, bana göre biraz fazla.
Bunun ilk kez yaşanmadığı ortaya çıktığında denk geliş daha da çarpıcı hale geliyor. Feminizmin ilk dalgasından hemen sonra, 1920’lerde kadınların bazı ilerlemeler kaydettikleri, seçme ve seçilme hakkı aldıkları ve akademiye biraz erişim sağlamaya başladıkları zaman, akademiyi yine başka bir nihilist teorileştirme kasıp kavurmaya başlamıştı: görelilik ve varoluşçuluk. Yine, kadınlar olarak bu alana erişim sağlamaya ve bakış açımızı ifade etmeye başladığımızda, birdenbire artık hiçbir şey anlamlı değildi, her şey göreceliydi ve anlamsızlık yüksek teori olarak övülüyordu.
Postmodernizmin, yeni görelilikten başka bir şey olmadığını ve göreceli teorilerin, iktidar yapılarına tehdit oluştuğunda yeni bir savunma hattı olarak ortaya çıktığını ileri sürüyorum. Bu çok sinsi ve kurnaz bir savunma çünkü özgürlüğün lafını ağzına alırken bir yanda onları anlamsızlığa dönüştürüyor. Gerçek amaç -muhalefeti, toplumsal ya da siyasal güç toplamaktan aciz, anlamsız ve etkisiz kılarak statükoyu korumak- zekice bir örtbas ile maskeleniyor. Postmodernizmin toplumsal normları yapısöküme uğratma ve bunu yaparak değişikliklere yol açma gayesine rağmen, asıl etkisi insanların deneyimlerini zerrelerine ayırmak, dayanışma olanağını ortadan kaldırmak, açık ve dürüst konuşmayı bastırmak ve tutkulu kanaatleri anlamsız kılmaktır. Bizi hiçbir şeyi netlikle, kesinlikle ya da inançlı bir şekilde, yanlış ya da baskıcı olduğu gerekçesiyle kınayamaz hale getirir. Dahası, postmodernizmin sözüm ona içgörülerinin neredeyse tamamı, radikal feminist fikirlerin basitçe içi boşaltılmış ve politik niteliği kaldırılmış versiyonudur. Postmodernizm, teorileştirme eylemini kınayan bir teoridir, sesleri susturan konuşmadır, muhakeme takati bırakmayan ve muğlaklaştıran yazıdır, hiçbir konumu savunmayan bir konumdur, herhangi bir konuda herhangi bir tutum almayı reddeden bir siyasettir. Bunun nasıl bir siyaset olduğunu da görmeliyiz: kadın çalışmaları ve İngilizce [Dil ve Edebiyat] bölümlerinin ortaklaşarak koynuna alıp emzirdiği bir engerektir. Hiçbir şey ifade etmeyen, gürültü ve öfke dolu bir teoridir. Bir kez bulaştığında, yaşam koşullarımızı değiştirmemizi sağlayacak tutkulu, haklı, kolektif eyleme dair her türlü imkânı çökerten bir virüs içeren sinsi bir teoridir.
Çeviri: Serap Güneş
Bu bağlantıdan alındı, fridayas’a teşekkürler:
https://sisterhoodispowerful.wordpress.com/2014/02/21/let-them-eat-text-the-real-politics-of-postmodernism/